Ne Aramıştın?

Yeme, içme, gezme, görme, gülme, annelik, babalık, çocukluk, sanat, çizme, boyama, müzik, tiyatro, film..

Friday, December 28, 2018

Happy New Planet 2019

Koskoca bir yıl, kimine göre hızlı, kimine göre yavaş bitip gidiyor sevgili okur.

2018 daha sağlıklı olabilirdi. Daha keyifli, daha huzurlu, daha dertsiz, daha borçsuz, daha pozitif, daha mavi, daha yeşil, daha sevgi dolu, daha sakin, daha adil, daha özgür, daha bereketli, daha şefkatli, daha dürüst, daha lezzetli, daha tatlı, daha mutlu..

Kendisine şükranlarımızı sunup yeni bir yıla en iyi dileklerimizle gireceğiz. Gönül ister ki yeni yıla piyangonun büyük ikramiyesini kazanıp, 81 milyon önde başlamak ama hayırlısı artık.

2018'de neler oldu?

Neler olmadı ki.

Giriş kısmında sorun vardı zaten.

Yorgun, uykulu ve son derece yılgındım. Tüm yılı, hemen her şeyi erteleyip yatarak geçirmem bundandır.

Saat 00 olmadan, TRT'de dansöz göbek atmaya başlamadan uyumuştuk kızımla.

Yılın daha ilk aylarında arkadaşlarım botokslarını, dolgularını yaptırırken ben hiçbir şey yaptırmadan kırışmaya devam ettim. 12 ayda 15 sefer saç boyatan arkadaşlarıma benim verebileceğim rakam 4 oldu. Onlar spor salonunda hiç kimsenin bilmediği kaslarını sıkılaştırırken ben makarna tenceresiyle kanepede dizi izledim.

Yaza kadar veririm ya o da iş mi? dediğim kiloları veremedim. Martta başlasam Nisan'a kalmaz, Nisanda başlasam Mayıs'a kalmaz dediğim kilolarla tatile başladım.

En son kendimi "ben bu yaz kilo veririm ya" derken yakaladım. Yakalayıp orada eşek sudan gelene kadar dövmem gerekirdi. Ne var ya karpuz, peynir yiyeceksin hepsi bu, çok mu zor zoi dedim. Ama insan en çok kendini kandırıyor tatlı tatlı. Kendime inandım. Yabamadım.

Dolayısı ile yaz özgüvensiz, kırık ve buruk başladı.

Fazla kilo gerçekten başa bela. Dizlerimin ağrıması, nefesimin daralması, zaten aşırı sıcak olan havayı daha sıcak yaşamak tahammülsüzlüğü de beraberinde getiriyor.

Olumlu düşünerek başladığım bazı insan ilişkilerinde başarısız oldum. Boşa koydum olmadı, doluya koydum tartmadı.

Kalabalık, sıcak, kilolu ve öfkeli bir yaz oldu.

600 yaşıma geldiğimde hala torunumun torunlarının torunlarına bu yazı anlatarak kahkaha atacağım; "2018'de kilolu ve öfkeli bir yaz yaşandı ve kimse oradan sağ kurtulamadı nihohohaa"

Neyse yaz bitti, kilolarım ve ben kış hazırlığı yapmaya başladık.

Tamam ya, en azından yaz boyu aşırı kilomu koruyup üstüne eklememiştim.

Ekim, Kasım kilo vermek için en ideal aylar (nisan-mayıs sendromu).

Yeni yıla kadar veririm ya o da iş mi? Brokoli var bir kere. Lahana, karnabahar, brokoli. Haşla, zeytinyağ-limon tamam işte oldu bu iş (karpuz, peynir sendromu).

Ben bu kış kesin bu kiloları veririm (diye kıkırdadı karbonhidrat tanrısı).

****

Hah işte bu sefer kendimi yakaladım.

3 gündür açım. Hayat şartlarım zorlu ve acımasız.

Issız yerlerde yaşam savaşı veren insanların belgesellerini izliyorum. Aslanlar ceylan yakalayıp yerken ağzım köpürüyor.

Bu yola "vejeteryan da olurum şimdi ha" diyerek başlamıştım ama olaylar beni cama konan saksağanlardan menü yapacak duruma sürüklüyor.

Kendimi yakaladım tamam da yakalamışken kendimi de yemesem bari.

****

İlkokul başladı bu yıl. Hakkaten ilkmiş. Epey başıymış olayların.

Ben yarı yıl karnesi ile üniversiteye kaydını yaptırırız diyordum ama çocum daha Ö harfine yeni geçmiş. Anne Ö harfini öğrendim, artık balon yazabilirim dedi. Aferin yavrum dedim.

Sonra ambulans çağırdım kendim için.

Zor oluyor ama alışıyor insan. Atlatıyor demiyorum bak, alışıyor.

Hayat zaten zor. Pahalılık bilmem ne.

Ya tek vitrinim olan yüzüm için temizlik jeli alacağım diye 600 yıl düşünüp, en sonunda zatzıns'ta 300 metre kasa kuyruğu bekleyerek aldığım biricik jel ile minişlerini yıkamış evladım.

Anneeee bak tertemiz oldular dedi son damlayı sıkarken. Senin o minişlerinin ta .. suratlarına .. köpüreyim yavrum dedim.

Yarı yıl tatilinde de çocuklar okula gitmiyormuş. Hakkaten tatilmiş. Karne sizde kalsın, çocuk devam etsin dedim, yok dedi.

Şimdi heyecanla yılbaşı partimizi bekliyorum. Çünkü öyle bir şey yok.

Ben plan yapsam sırf ben yaptım diye beğenmeyecek bir beyim var. Ooo ama kendi vasat fikirlerini midyenin içinde inci bulmuş gibi pazarlar. Küçükken mahallenin köşesindeki terziden iş öğrense, sana o zamanın Lord'luk eğitimini aldığını söyler ya, o derece. Halil pazarlama*..

Yersen..

Neyse ben yine de 2018'i kahkahayla uğurlayıp 2019'a muzip bir gülümseme ile gireceğim.

Size de tavsiye ederim.

Bir gülüş, bir jest her şeyi değiştirir.

****Mutlu Yıllar****

Tuesday, November 13, 2018

Güncel 26


200 çift siyah çorabı var, sabah bana diyor ki siyah çorabım nerede? Ne bileyim hangisi, ne bileyim nerede? En iyisi isim takayım ben bu çoraplara, birinci kısa mehmet, üçüncü büzgülü osman diye öyle sor bana.

Çamaşırı, çorabı bana zimmetli gibi diyor ki bir de "yırtılan falan varsa çekmeceye koyma, at" Sırtına şal, ayağına sıcak su, bir bardakta çay koyayım paşam sen uzan şöyle.

Kızı servise verdik bu sene. Paşam sabahları stres olmasın, her zamanki gibi sadece kendine hizmet edebilsin diye. Gençlik after party'den çorbacıya giderken uyanıp kıza kahvaltı hazırlıyorum. Kör karanlık olduğu için haliyle ışıkları yaka yaka ilerliyorum evde. Orayı kapat gözüme parlıyor, şurayı kapat uykum açılıyor diye söyleniyor sıcak yatağında.

Ya bir sabah da sen uyansana deve? Evden çıkacak olan ben değilim sensin.

Uyan, kızını öperek uyandır, beraber ekmeğe tereyağ sürüp şakalaşın, ne bileyim burnuna labne peynir sür, mis gibi yıkanmış yumuşacık kıyafetlerini özenle çırpıp giydir, çantasına bahçemizdeki organik elmalardan bir tane koparıp koy, servise bindirip bembeyaz dişlerinle gülümseyerek el salla. Sonra bas git işine.

Yok arkadaş. Koskoca ben varken..

Her gün saat daha 10 olmadan arayıp akşam ne yiyoruz diyor. 6'da uyanmışım, bana öğlen olmuş, akşama ne yiyoruz? Dün et yedik bugün sebze yemeği yap diyor mesela. Ya ben dünü 3 yıl gibi yaşamışım sen akşama kadar oturduğun koltukta haftalık çetele mi tutuyorsun acaba. Sabah tezgahın üstüne yığılmış tabaklara ve tencere diplerine bakıyorum dün ne yemiştik ki diye.

Sorsan hiç bir iş yapmıyorum. Parmağımı şıklatıyorum ev toplanıyor, şık şık çamaşırlar tertemiz dolapta, şık şık mis gibi yemekler ocakta, şık şık kızın ödevleri yapılıyor, şık şık kızın banyosu, şık şık kızın alışverişi, şık şık sabah paşamın kahvesi önünde.

Daha hamileyken banyonun su borusu sebebiyle iki fayans kırıldı, 7 yıldır onları takacak. Salonun kornişleri sallanıyor, vida gevşemiş. Kafamıza düşmeden o iki vidayı sıkmayacak. Çamaşır makinası sıkma programına geçince zıplaya zıplaya evi dolaşıyor, balkondan düşene kadar yeni makinaya ihtiyaç duymayacak. Banyo küveti alttan su akıtıyor, ev suyla dolup şnorkel takana kadar usta çağırmayacak. Evladım zıplaya zıplaya koltukları çökertti, koltuğun altına beton gibi iki meydan larousse ansiklopedi koymuş.

Liste uzar gider.

Neyse ki ben de söylenip söylenip sonra unutuyorum. Yoksa bunca yıl bir arada.. yani..

Geçen yine bir yerden eve dönüyoruz. Nadiren ailece katıldığımız bir davetti sanırım. Yılda bir ya da iki kez olan bir şey. Eve giderken yol üstünde bir yere uğrayalım dedim yok dedi, markette dur bir şey alacağım dedim yok dedi, evde şunu yapalım dedim hayır başka bir şey yapalım dedi, kızın kırtasiyeden alacakları var, olmaz dedi. Hayır dedi, yok dedi, hayır dedi, olmaz dedi, yok dedi, istemedi de istemedi.

Adam kilitlenmiş gibi her şeyi reddediyor.

- Hebe ..
- hayır!
- Hübele ..
- hayır!
- Höe ..
- yok!
- Hıa ..
- olmaz!

Sonra "ya sen ne çok bağırıyorsun" diye şaşırıyor. A ah! Niye bağırıyorum acaba ben ya?

Ne dediğimi dinlemeden, cümlem bitmeden hayır diyorsun arkadaşım! Ben de alıyorum bardağı duvara çaaat diye fırlatıyorum ki kendine gel, dikkatini bana ver. Yoksa sinir hastası falan değilim. Sen algısal sağır, duyusal körsün. Kütüksün sen ya. Islak odunsun!

Arkadaşları ile de herhalde konuşuyorlardır; ya bu kadınlar çocuktan sonra çok değişti diye.

Çünkü siz hep o kaslı, yakışıklı, romantik, centilmen, ateşli, sürprizlerle dolu genç çocuktunuz, biz doğurup mahallenin nemrut teyzesi olduk. Evde elimizde meyve bıçağı, bak keserim topunuzu ha diye dolanıyoruz.

Geçen bir film izledim. Adam 3 ayrı kadından 3 ayrı çocuk sahibi olmuş, diyor ki "çocuk doğurmuş kadınla birlikte olmak istemiyorum!" Git bahçe küreğiyle ilişki yaşa o zaman güzel kardeşim. Git tuvalet terliği ile halvet ol. Aslında demek istiyor ki "yediğim hiç bir bokun sorumluluğunu almak istemiyorum" Hah işte git o zaman su damacanasıyla evlen.

Bencillik balonlarında birbirlerini pohpohlaya pohpohlaya yaşayıp gitmek istiyorlar.

Hiç kusura bakmayın beyler, size o konforu veremeyiz. Biz sizi ananızdan evlatlık almadık.

Hayat çok güzeldir, güzel yaşanmalıdır, hayat 1 tanedir ve o da müşterektir.

****Sevgiyle****

Monday, October 8, 2018

Hadi Çocum

Yaklaşık 600 dilde, 900 tonlama ve 1001 çeşit ruh hali ile "hadi çocum" diyebiliyorum. Kimi zaman sakin ve sevecen kimi zaman vahşi ve saldırgan. Kimi zaman tir tir titreten bir lodos kimi zaman yanaklarda ılık bir meltem..

Sabahın köründe seni pek ilgilendirmeyen bir durum için alarm tarafından uyandırılıp, kendin yemeyeceğin bir kahvaltıyı hazırlayarak güne başlamak ah ne hoş bilemezsiniz. Akşamdan kendi giymeyeceğin kıyafetleri özenle hazırlayıp "hadi çocum ye, hadi evladım giy, hadi yavrum uzat ayağını" vb. sözcükler ile giydirmeye çalışmak adeta huzura aydınlanan yeni günün kanat çırpışları gibi..

Çoğu sabah kendimi sıkınca vikvik eden oyuncak ördekler gibi "hadi çocum" derken buluyorum.

Yemek yerken ısırıp yanağında beklettiği o parçayı çiğneyip yutması için kullandığım "hadi çocum" tonlaması; gece yarısı, uykunun en tatlı yerinde gümbürdeyen davul sesi gibi kulakları parçalıyor adeta..

Sabah okula giderken ayakkabılarını giymesi gerektiğini yaklaşık 67 kez söyledikten sonraki "hadi çocum" tonlaması; japon kamikaze pilotunun şehrin en kalabalık bölgesine dalışı gibi dehşet saçıyor.

Ödevlerini bitirmesinde ısrarcı olmamamızı rica eden öğretmenini dikkate alarak, diyaframımdan çıkabilecek en kılçıksız, pes sesimle "hadi çocum" diyorum, ödevlerini bitir. Bu öyle bir tonlama ki, elimde meyve kokteyli ile mercan kumların üzerinde dans ederek denize girmeye davet ediyormuşum gibi..

Dişlerini fırçalaması ve yatması gereken o altın saatlerde, tonlamalar ince do sesinden kalın do sesine adeta freni patlamış bir kamyon gibi gitmektedir. "hadi çocum"dan "HADİ ÇOÇOM!!"a giden bir aksiyon-drama filmi..

Hafta sonu park ve eğlence yerlerinde vaktin dolduğu ve eve dönmemiz gerektiğini bildiren çeşitli tonlamalar vardır. Önce insan gibi sabır ve şefkatle anlatmaya başlarsınız; "hadi çocum, bak akşam oldu daha banyo yapacağız, yemek yiyeceğiz". Etraf kalabalık olduğu için bağırmayı tercih etmez anlaşma yolunu seçersiniz; "tamam yarın yine geliriz, bu günlük bu kadar hadi çocum". Ya sabır diyerek bir kaç dakika daha oyuncak ördek gibi başında vikvik edersiniz, "hadi ama, hadi çocum, hadi yeter, hadiiiiii"..

Hala salıncağa yapışıp gitmeyeceğim diye böğürmeye devam ettiğinde etrafa "bakın her yolu denedim görüyorsunuz, bundan sonra yapacaklarım off the record beybiler" bakışı atarak önce salıncaktan parmaklarını sökerek ayırıyor ve karga tulumba dedikleri yöntemle arabaya tıkıyorsunuz.

Bir de baba faktörü var tabi. Ne yazık ki tıp hala kendi kendinle evlenip, kendinden çocuk yapılacak noktaya ulaşmadı.

Çocuğun okulda olması gereken saat - 08:20
Ev ile okul arası 20 dakika
Evden çıkılması gereken saat - 08:00
Çocuğu uyandırma saati - 07:00
Babasının uyandığı saat - 07:59

O bir dakika içerisinde tuvalete giriyor, üzerini giyinip kahve bile içiyor inanabiliyor musunuz?

Işınlanmayı icat etmiş ya da bir şekilde o hıza ulaşmış olabilir.

Cilt cilt kuantum, var oluş, bilinç altı, zamanın göreceliği, olanaksız fizik bilimi kitapları okuyor.

Geçen akşam bana geçmişin aslında hiç olmadığını sadece şu anın gerçek olduğunu, tüm gördüklerimin bir hayal olduğunu ya da hiç olmadığını falan söyledi. Dedim bak bunları ulu orta söyleyip beni konu komşuya rezil etme. Bildiğin sende kalsın. Bilgi nerede? Bilgi içimizde. İçinde yaşa ne okuyorsan.

Herkesin dünyaya bir görev için geldiğini belki de onun görevinin de bana bu gerçekleri anlatmak olduğunu söyledi.

Ben de şöyle dedim; ---- Hadi ordan! ----

Wednesday, August 15, 2018

Araştırmalara Göre;

Bildiğiniz üzere kurumsal anneliğin ilk yılını keyif ve zorlukları ile yaşadım, bitti. Evladı okula yeni başlayan annelere bir müjdem var; sabahtan akşama kadar okuldalar, inanabiliyor musunuz?

Araştırmalara göre çocuklar doğumdan 600 yıl sonra okula başlayabiliyorlar. 600 yılda anca 6 yaşında oluyor, sonraki her 50 yılda 1 yaş ilerliyorlar. 30 yaşlarına geldiğinde normal takvime göre büyüme gösterdikleri söyleniyor. Yaşayıp görmek lazım. Ortalama bir hesapla ebeveynlerin daha sakin ve huzurlu bir hayat sürebilmeleri 3000 yılı buluyor.

Okul zamanı sabah ne yedireceğim derdi yok, öğlen ne pişireceğim derdi yok. Bunun anne için en net getirisi saç beyazlamasında azalma ve dip boyası süresinin uzaması. Aşırı yemek düşünmemek ve yapmamanın kadınlarda östrojen hormonunu yükselttiği söyleniyor. Yemek düşünmeyen/yapmayan annelerin en büyük derdinin makyaj ve moda olduğunu altını çizerek belirtiyorlar.

Akşam için ise bir çok seçenek mevcut. Hiçbir şey yapmamak, çok şey yapmak, dün ne yediyse onu önüne koymak, komşuya yollamak, sipariş vermek, kahvaltı överek çocuğa peynir ekmek yedirmek vs..

Araştırmacılar bu noktada en dikkat edilmesi gereken tavrın "çocuksuz zamanda çocuk düşünmek" olduğunu söylüyor.

Çocuksuz zamanda sosyalleşen annelerin sürekli çocuk konuşmasının nefes darlığı, beyinde tahribat, ömür kısalması, aşırı gereksizlik ve oksijen israfı olduğunu belirten araştırmacılar, mümkün olduğunca havadaki azot ve sudaki ph derecesine ya da gıybete odaklanılması gerektiğini söylüyor.

Çocukların okuldaki durumunu çokta şaapmamak gerektiğini söyleyen bilimsel makaleler mevcut.

Sürekli okul kapısında, öğretmen odasında "hocağnım bizimkinin durumu nasıl, ailece çok şaapıyoruz, hı, nasıl bizim çocuk?" diye bekleyen velilerin yarattığı boşluk, atmosferde ve yer altı katmanlarında çatlaklar oluşturmakta diyorlar.

Okulları da inceleyen araştırmacılar hafta sonu ödevlerinin boşanmalara varan sonuçlarına dikkat çekiyor.

1600 yaşına gelmiş koca koca insanların "ela ile elif elele helele gelele hebele" cümlesindeki saçmalığa maruz kalmasının sakıncalı olduğunu, "1+1 kaç eder evladım, anana mı çektin" gibi kıvılcımlar sonucu ailelerin dağıldığını, yaralanma ve ölüm olaylarının çoğaldığını söylüyor.

Okullarda özel günler için hazırlanan kalitesiz, zottirik albüm ve aksesuarların fahiş fiyatlarla ailelere dayatılması üzerine yapılan araştırmalar; "kayıtta eşek yüküyle para almayı biliyorsunuz, abanoz tahtanın üzerine çocuğumun fotosunu koyup yolluyorsunuz, ne ayak?" serzenişlerinin havada uçuşması sonucu kuş familyalarının zarar gördüğünü gösteriyor.

En ufak bir istek ya da şikayete gelemeyen okul yönetimlerinin "işime karışma, seni sistemin donunda sallarım" minvalindeki çıkışlarını "ulan senin maaşını kim veriyor deve?" diye karşılamak isteyen velilerin, olayları akışına bırakması sonucu taşan dereler toprak erozyonları oluşturmakta diyor araştırmacılar.

Dediğim gibi keyif ve zorlukları ile dolu dolu bir yıl bitti, gitti. Hatta yaz tatilinin bile ortasına geldik. Bakalım araştırmacılar tatil ve yeni dönem için neler söyleyecekler inanın çok merak ediyorum.

Bilimsel araştırmalara önem vermemiz gereken şu sıkıntılı konjonktürde hepimize dolar, avro, altın, iyilik, sağlık ve bilim diliyorum.

Sevgiler.

Thursday, May 24, 2018

Oğlumculuk Belası


Arkadaşın oğlu oldu. Babasından yadigar bir restoranları var, onu işletiyor. Restorana giriyorsun, girişteki duvarda çerçeveli babasının fotoğrafı, sağında hafif aşağıda kendisinin fotoğrafı paşalar gibi poz vermişler ama öyle böyle değil. Tanımadan, bilmeden girsen lan buranın Osmanlı'ya dayanan sağlam bir tarihi var herhalde diye bir düşünürsün. Ama yog.

Gerçi şimdilerde kasaplar bile boy boy sülale fotoğrafı asıyor dükkanına. Saygı, hürmet icabı herhalde.

Oğlu olan arkadaş daha çocuk 3 yaşına gelmeden gitmiş oğlunun da fotoğrafını çerçeveletip asmış. Lan bu ne acele? 60 yaşında pala bıyıklı amca, altında 40 yaşında bir tosuncuk, en altta da bu sabi sübyan. Bu ne oğlumculuk arkadaş ben anlamıyor. Direkt organını çekip koysaydınız bari diyemiyorsun tabi.

Ne diyor acaba 3 yaşındaki çocuğa; "bak aslan oğlum bu gördüğün kebapçı senin, büyüyünce dedenin gizli formülünü sana vereceğiz ve kebapçılar kralı artık sen olacaksın" mı acaba? Çocuk da anca "baba çiş" diyebiliyor bu arada.

Oğlumculuk çok var çok. Neydi ya eskiden abin varsa ondan önce evlenemiyordun falan. 35 yıl nişanlı kalıyorsun çünkü abin hala bekar. Abin çeşmenin başında otursa bile su istediğinde sen kalkıp vereceksin. Niye çünkü ana rahmine ilk o düştü. Bizim evde çok dramatik örnekleri yaşandı.

Abi- Zoi hadi bana bir su getir.
Z - Sürahi yanında, içsene.
Abi- Bak bir daha söylemiycem ha!
Z - Söyleme zaten.
Anne - Evladım kalk su versene abine!
Abi- Anne elimde kalacak bu kız bak!
Z - VERMİYORUM HÜLEAN
.
.
Sonrası tekme tokat başlayan kavga ve yerde kolonya ile uyandırılmaya çalışılan anne..

Aynı trajedi "bana gömlek ütüle, kalk bir kürdan getir, kumandayı ver, orası benim yerim kalk" emir kiplerinde de ağır hasarlı şekilde yaşandı.

İçimdeki -kahvehanede sürekli pişpirik oynayan, dürüst, naif ama korkusuz- Osman abi o zamanlar da vardı bence. Yoksa paşa paşa abisinin sözünü dinleyen, komut aldığında ikiletmeyen arkadaşlarım da vardı. Bir de nasıl normalmiş gibi yaparlardı ne diyorsa.

Arkadaşın evindeyiz, ders çalışıyoruz. Abisi geldi, laap diye odanın kapısını açtı, "şşş karnım aç, dolaptaki yemeği ısıtta ver" dedi. Kız kalktı abisine tepsi hazırlayıp verdi, geldi oturdu kaldığımız yerden devam. Ulan ben o abinin kafasını kapıya sıkıştırır, kapı kolunu ağzına sokup al bunu ye hımmınağğğğ.... diye gayet alt kültür laflar söylerdim.

Hele 6 kızdan sonra doğan bir oğlan çocuğu vardı, aman diyim. Bak abi bile değil, en küçük kardeş ama hasretle beklenen bir mucize; erkek! Babası deve kestirdi, mahallede fakir fukara bırakmadı oğlum oldu diye. Ama ne oldu şimdi elden ayaktan düştü, kızları bakıyor. Gelin yüzlerine bakmıyor. Devenin ahı diyelim.

Oğlumculuk fena arkadaşım. Yapmayın.

Ha o ilk başta bahsettiğim arkadaşın sonra bir de kızı oldu. Dünya tatlısı bir kız. Ay o iri yarı, tosuncuk, çatık kaşlı, oğlum var benim açılın erkek babasıyım diye gezen yarma adam kızı olunca frak giyinip papyon takacak kıvama geldi. Oğlanı tokatlayıp kızının önünde düğmesini ilikleyecek neredeyse.

Benim gibi 1 milyon tane olsa şimdi dünyayı kadınlar yönetiyordu.

Tabi ki kendimi öveceğim ya ne sandın?

Ezdirmeyin lan kendinizi!

Hayırlı ramazanlar, hayırlı iftarlar arkaaşlar.

Monday, February 19, 2018

Güncel 25

Yaş 6!

Evde gözden kaybolup sesi çıkmıyorsa tehlike arkadaşlar. Bilin ki ya evi yakacak ya kendine zarar verecek birşeyler peşinde.

Kartondan boyama evinin içini kendine göre dekore etti. Mutfağı, yastığı, oyuncakları ve tableti ile salonun ortasındaki gecekondusunda yaşıyor. Okuldayken tabletini kurcaladım. Kendini videoya almış; oyuncakları gırtlağına sokmalar, ip ile diş aralarını oymalar, parmağını gözüne sokmaya çalışmalar. İlginç..

Aynı gün gecekondusunu pencereden fırlatmak sureti ile özel hayatına ilk darbeyi yaptım. Neden? Nedeni basit, çünkü mümkünse yaşamasını istiyorum.

Yaptıklarının muhtemel sonuçlarını anlatıp neden yaptığını sorduğumda kafasını 360 derece çevirip içime şeytan girdi anneeaa tarzı bir cevap verdi. Ya da bana öyle geldi. O yüzden sesi çıkmıyorsa ve evin içinde gözden kaybolduysa bir baş sarımsağı kendinize siper ederek derhal pederi arayın.

******

Kızdığım zaman bağırmaktan sıkıldım. Bağırmak sadece onun da bana bağırmasını tetikliyor. Bunun başka bir yolu daha olması lazım diyerek müthiş bir fikir buldum.

Bundan sonra sana kızdığımda havlayacağım, kızgınlığımı ordan anlarsın dedim. Böyle harika bir buluş tabi ki benden çıkabilirdi. Kızdığımda havlıyordum, o gülmeye başlıyordu ve o gülüş bana da sirayet ediyor ve kızgınlık yerini delice bir oyuna bırakıyordu. Harikaydı ulan..

Dört duvar içerisinde yaşayan, dış dünya ile fazla bağlantısı olmayan insanlar olarak epey eğlendik bu yöntem ile. Ta ki tatil için gittiğimiz yerde semt pazarına girip, o plastik oyuncağı almak için tutturana kadar.

10 liralık plastik çaydanlık setini -ki çaydanlık seti olması bile beni fazlasıyla havlatmıştı, pardon kızdırmıştı- 45 liraya satmaya çalışan yurdumun uyanık pazarcısının karşısında evladımı ikna etmeye çalışıyordum. Çok çalışıyordum.

Baktım gözüm seğirmeye, etraf kararmaya, rahmetli ananemin toprak kokusunu almaya başladım ki sol elim ile tuttuğum o minik elini çekip havlamaya başladım, başlamışım yani. Öyle diyorlar.

Gözümü açtığımda pazarcı "en son 28 olur" diyordu. Aldık.

******

Bunun babası brüt 40, net 13 yaşında olduğu için orada da sorun var.

Her sabah işe giderken çocuğu okula bırakıyor olmasını bana yaptığı bir lütuf zannediyor mesela.

Hele işten dönerken çocuğu okuldan alıyor olması, tarafımdan kendine yapılmış büyük bir hakaret!

Havanın karlı, ayaz, yolların buz, trafiğin en kaza dolu olduğu hafta "bu hafta işim var, kızı sen götürüp alacaksın" dedi. Tamam dedim.

Hava şartlarından dolayı sabah çocuğu okula on ya da on beş dakika geç bırakabildim.

Hafta bittiğinde kollarını göğsünde kavuşturup gururlu bir komutan edası ile "Yaaa bir hafta çocuğu sen bıraktın, tüm derslerinden geri kaldı" dedi..

Çocuk ana sınıfına gidiyor.

******

Sömestr tatili yaklaşıyordu ve hepimiz korku içindeydik.

Babası ondan beklentilerimiz olacak diye kıvranmaya başlamıştı. Çok işi olduğunu, kendisinden birşey istemememiz için gerekirse geceleri taksicilik yapacağını üstü kapalı söylemeye başlamıştı.

Ben de ele güne karşı tatil süresince Ankara'da havaların çok güzel olduğunu, bol bol gezeceğimizi ve inanılmaz, harika, eğlenceli, müthiş, süper, aşkitomla ailece çok şapşik bir tatil yapacağımızı duyurmaya başlamıştım.

Çünkü biliyordum on yıldır evde yapılması gereken tamiratlar -duş başlığı, çöp öğütücüsü, çatı tamiratı ve gerekirse dış cephe yenilenmesine kadar- işte bu sömestr tatili için bekletilmişti.

-Ya saçmalamayın ne gezmesi?? Evde yapılacak bin tane iş var?? Al arabayı, sizi tutan mı var, çıkın gezin diyecek ve biz yine kızımla boşanmış anne ile kız gezmesi yapacaktık.

"Körün istediği bir göz..." lafı gerçek oldu ve paşa babam haydi İzmir'e gidiyoruz diye ayaklandırdı bizi. Arkamızdan timsah göz yaşları döken babasına el sallayarak tatil gibi tatil yaptık.

******

ve cingıl başlar

******

Wednesday, January 17, 2018

Güncel 24


Anti-depresanlardan usandım. Her allahın günü ilaç içmek zorunda mıyım arkadaş? Hani bir organın görevini yapamaz da mecbur ömür boyu destekleyici birşey içersin okey. Çocuk okula başlayınca benim tırlatmalarım da hafifledi. Dopamin, serotonin, endorfin, melatonin vücutta, beyinde ne varsa yerine oturdu. Hayatımın "dalgalandım da duruldum" bölümüne geçtim, ben niye her sabah amerikan filmlerindeki gibi avucuma ilaç boşaltıp yutuyorum yau? Çıkartın olm beni bu filmden.

Tabi bunu yakın zamanda bu filmin senaristi olan doktoruma aynen bu şekilde anlatacağım. Adam da ben böyle tuhaf örneklerle durumu anlatınca her seferinde değişik bir ilaç yazıyor. Doktor bey benim normalim bu yannız, beni o şekilde şey ederseniz diye eklemeyi unutuyorum.

Maşallah turp gibiyim. 40. sanat yılımın altın çağını yaşıyorum. Kara kalemden akrilik boyaya, akrilikten sulu boyaya, portreden ilüstrasyona, beginner'dan intermediate'e, zevkten dört köşeye geçiyorum arkaaşlar.

Yazmak kadar çizmekte fevkalade keyif veriyor. Manzara resmi yapılır mı ulen, fotoğraf makinası diye bir şey var, çek, as duvarına ehiehi diye koca tablolarla alay ederken şimdi, vay anam babam nasıl çiziyorsunuz bunları diye gözlerim beleriyor.

Beğenilerin de bir orta yaşı var kardeşim. Müzikte öyle. Evde yalnız kaldığımda açıyorum Emel Sayın'dan "Üzüldüğün Şeye Bak" ya da Muazzez Abacı'dan "Silemezler Gönlümden" ooh ev şenleniyor. O günün akşamı rakı sofrasına bağlanıyor o da ayrı keyif.

Öyle gündüz vakti pitbull dinleyecek yaşlar geçmiş bebişim.

Kereviz, dereotu, bal kabağı bunları severek yiyeceğimi hiç düşünmezdim. Bundan yirmi yıl önce bu saydıklarımı görünce radyasyondan kaçan adam gibiydim. Hele bakla (yazarın suratı buruştu), annem bakla pişirdiğinde eve giremezdim öğürmekten. Şu yaşıma geldim daha ağzıma bakla almışlığım yok. Onu 70'li yaşlara bırakıyorum. İkinci bahara.

Bitkicilik başladı. Orta yaş bitki severliği. Evi botaniğe çevirmek istiyorum. Askılı saksılardan yapraklar sarksın, kapıdan, pencereden bitkiler fışkırsın, yeşilliksiz bir köşe kalmasın istiyorum. Bunun 70'lerinde ise çiçek severliğe geçip menekşe, cam güzeli, sardunya, kasım patı yetiştirmeye başlayacağım herhalde.

Çiçeklerin o kaprisli dünyası şu an ilgimi çekmiyor. Neymiş menekşeleri her gün sevip konuşacakmışsın yoksa küsermiş. Vah g.tüm! Bitki iyidir. Bitki adamdır adam.

Bak yazılarım bile değişti. Ne kadar mülayim, saygılı, görgülü yazıyor ve minik nüktedanlıklar yapıyorum diğıl mı. Nerede o Dükün kızı havaları, nerede o osman abicilik, kankacılık, vurduculuk, kırdıcılık? yok! Pırlanta gibi insanım ayol.

Her yaşta bir keramet varmış şekerim. Rabbim ömür versin de şıkır şıkır yaşayalım. Evet yaşla birlikte biraz hidayete de eriyor insan. Gerçi diyet yaparken şeker yemeyeceğim diye kuran'a el basıp fıstıklı baklava falan yiyorum ama. Çarpılmadıktan sonra pek sorun olmuyor.

Aman canııım, masum değiliz, hiçbirimiz..

Yani onu diyorum ben artık bu anti-depresanları bırakıp beden olumlama, beyin telkin etme artık ne zkimse o olaylarına gireyim diyorum. 6 ay kan, ter içinde squat yapacağıma, ayna karşısında belirli  bölgelere kalk ve yuvarlan seni hımbıl şey diye telkinle elde edilecek maksimum değere odaklanmak istiyorum.

Çünkü neden olmasın? 
 
Designed by Beautifully Chaotic