Ne Aramıştın?

Yeme, içme, gezme, görme, gülme, annelik, babalık, çocukluk, sanat, çizme, boyama, müzik, tiyatro, film..

Thursday, November 17, 2016

Durum Leyla

Yaşlandık karşim. Bir ayağımız hastane, doktorda. Daha çukura girmedi çok şükür. Sağlığımla ilgili önemli kararlar aldım. Bu kararları daha önce almış olsaydım takriben 642 yaşına kadar gidecektim. Aldığım kararları hayata geçirebilirsem (evet henüz hayata geçmemiş kararlardan bahsediyorum) ben diyim 80 sen de 99a kadar.. Ya da işte b*kumla oynayacak kıvama gelene kadar yaşarım gibi. Görüciz..

Geçen yine aldım randevuyu, bizim adam başladı bana talimat vermeye; herşeyi anlat, onu de, bunu, de şunu sor, bunu da sor. Ben manyaam çünkü elmalı turta tarifi almaya gidicem doktora. Herşeyi anlat diyor. Ulan kadın doğuma gidiyorum sen bana neyi soracağımı söyleyecek en son merciisin. Heyecan yapma sayın okuyucu, hamile falan değilim. Rutin kadınsal testler, zartlar, zurtlar mevzu bahis. Siz de gidin, ihmal etmeyin..

Evladım okullu oldu. Tam tahmin ettiğim gibi okulu, öğretmeni, branş dersleri, ödevleri ve gelişimi hakkındaki herşey benim sorumluluğum. Eğer herşey yolundaysa babası sayesinde, kötü giden birşey varsa kesin benim yüzümden. Hafta içi kızla münasebeti sadece okuldan alıp eve getirmek olan sevgili eşim, onu bile yaparken beni telefonla arayıp "okulu ara, kızı çıkarsınlar, ben kapıdayım" diyor mesela. Çünkü koskoca sadrazamın sol hoşşağı çocuğunu okuldan alıyor efendiler. Boru mu? Adam arabadan inip sizinle mi uğraşacak? Armudu pişirin, ağzına düşürün bi zahmet..

Hafta içi iş yerinde taş taşıyan zavallı sevgili kocam, hafta sonu geldiğinde tabi ki yan gelip yatacak. Yok bi de ailece gezmeye mi gidecektik? Evlilik aşkı öldürmüyor arkadaşlar, beklentiler aşkı da evliliği de yok ediyor. Beklemeyin. Bir odun parçasının size ne kadar faydası varsa eşinizin de ancak ona gücü yetiyor..

Ben şahsen yıllarca bekledim, olmadı. Özellikle haftasonları ya arkadaşları ile bir işi(!) oluyor ya da işleri haftasonuna sarkıyor. Eğer ciddi bir işi olmazsa evde kendi eşyalarını düzenlemesi gerekiyor. Eşyaları düzenliyse hafif bir gribal durumu oluyor. Eğer benim canıma tak ettiyse "hadi sizi ikea'ya götüreyim" diyor. İşte o zaman aaah babam ah diye dizlerimi dövmeye başlıyorum. Ulan babam hala hafta sonu geldiğinde perşembeden program yapmaya başlar. Şuraya mı gitsek, burayı mı gezsek. Sen böyle aktivite dolu evden çık, hele de bebe ile olunca ayrı sıkıcı oluyor o ev hayatı, otur paşamın keyfini bekle ki gezesin. Evet ben de biliyorum alıp çocuğu bir yerlere götürmeyi de nereye kadar abicim? Zaten yüzük takmıyoruz ikimizde, bi de ben her hafta sonu bebeyi yalnız yalnız gezdirmeye çıkayım, sonra eniştem beni niye öptü? Öper..

Bebenin okulu yüzünden artık öyle zırt pırt izmire gidemez olduk. Yoksa ne işim olur bu mevsimde benim angarada. Adam da diyor zaten "siz gitsenize" diye gayet kibarca! Adam okulu "kızı teyzemgillere bırakma" olayı zannediyor. Nereye gidelim olm, okul var diyorum. E bu ay gitmesin? Yoh yeaa? Öyle arada bir okula yollayalım, sonra alalım bir iki ay izmire, bodruma gidelim. Sonra sıkılınca tekrar okula verelim falan. Nerde büyümüş bu adam, hangi dağın gölgesinde, hangi ağacın kovuğunda anlamadım ki..

İyiyim, iyiyim. Yine akıl sağlığımı koruyabiliyorum hane içinde. Keçiboynuzu pekmezi içiyorum sürekli ev işi yapabilmek ve bundan şikayet etmemek için. Vallahi işe yarıyor. Sabah aç karnına bir kaşık içince jet yakıtı koklamış gibi evi sil, süpür, yıka, yerleştir, yemek yap, çayı koy, kapıyı güler yüzle aç, önüne yemeği koy, çayını ver, sırtını ez, temiz çamaşırını giydir, yatır, uyut. Yannız ertesi gün içmeyi unutursan sıkıntı oluyor. İçine resmen ananenin annesinin ruhu giriyor. Anam belim, anam yanlarım, anam dizlerim dememek için sürekli içmek gerekiyor. Ev hanımları için "hızlı yaşa genç öl" iksiri ulan..

Aman çocom sağlık olsun da gerisi hikaye. Hangimizin hayatı 4:4 lük di mi. Ben iyiysem herşey iyi, ben mutluysam herkes mutlu. Yuvayı dişi kuş yapar, evlilik kutsaldır, cennet anaların ayaklarındadır vs vs vs..

Yaşayalım gitsin Leyla..


from my zoiPhone😎
Location:Ev

Monday, September 19, 2016

Güncel 23

Gün geçmiyordu ki verdiğim bilimum test sonuçlarından çeşitli virüsler çıkmasın. Kollarımı açıp sen de gel, topla gel, gel abim otur şöyle, oo kimler gelmiş diye karşılıyordum tıp dünyasının kimyasal atıklarını. Kendi sıkıntılarından yola çıkarak google'dan bulduğu candida mantarını kendine layık bulan sevgili eşim, benimle birlikte testler vermeye başladı. Doktora marur bir eda ile "belirtilerim sonucunda candida'dan şüpheleniyorum" diye caka sattıktan sonra çıkan sonuçlarda kendisinde değil bende candida olduğunu öğrenince türk filmlerindeki o eşsiz sahneyi yaşadı; "nayır, nolamaz, raporlarımız karışmış olmalı"

Birbirimize manasızca sarılıp ağladık uzun uzun. Sonra aniden kendime gelip candida ney laaan diye tokatı yapıştırdım suratına. Candida ney? Netten bulduğun bir aşufte mi? Bende ne arıyor? İkiniz bir olup beni zehirlediniz mi? İnsan gibi boşanalım deseydin ya ayı! Niye beni öldürüyonuz ki? Lan yazık değil mi bana! Candida ney olm?

Anladığıma göre vücutta -olması gerektiği gibi- bir miktar bulunan, daha sonra sapıtıp diğer iyi bakterileri ele geçirerek fazladan üreyen ve depresyondan anksiyeteye, kaşıntıdan sırt ağrılarına kadar insanı süründüren bir dolu olaya sebebiyet veren bir baş belası. Ya da her ne boksa işte. Şu an acaip başım ağrıyor mesela. Çünkü candida, anlıyo musun?

Tedavi yöntemlerini araştırıyorum. Sağlıklı beslenme, bol su, üç beyazdan uzak dur falan filan. Bildiğin klasik diyetisyen listesi. Çok ilginç şeyler deneyenlerden de var. Çok ileri derecede hasta olanların uyguladığı doğal yöntemler. Sarımsakla fazla içli dışlı olmak gibi. Neyse ki saf anadolu insanıyız, seviyoruz sarımsağı. Gerekirse akraba bile olabiliriz. Arap yağı bol bulunca ne yapıyorsa, gerekirse onu da yaparız. Sağlık söz konusu olunca tedaviden zevk almaya bakacaksın. Anladınız siz onu..

Geçmiş bayramınız kutlu olsun. İyi yediniz, içtiniz, gezdiniz. Hepinizden alasını yapacağımı bildiğiniz halde koyduğunuz fotolarla şahsıma hava atmaya çalıştınız. Yamuk yumuk ayaklarınızı ucuz halk plajlarında çekip ağzımıza soktunuz. Geçen seneden rezervasyon yapıp geceliği 33 liradan cafcaflı otellerde fink attınız. Yan masadaki zenginlerin sofrasının fotolarını çaktırmadan çekip "ay amma yedik kığğğz" diye not yazıp kuru ekmek kemirdiniz. Komşunun mangal partisini gizlice fotolayıp kendinize mal ettiniz. 3-5 bebe bir araya geldi diye sanki çok eğleniyormuş gibi "çocuklar pek mutloğğ" dediniz. Yemedik bunları.

Yunanistan'ı işgal ettiniz. Bodrum'da kazıklanmayak diye kahpe yunana doma.., ay pardon sırtınızı dayadınız. Sanki sayenizde esnaf kepenk kapattı. Bi siz akıllıydınız çünkü. Avrupaya dağıldınız. Gözünüz medeniyet gördü. Tv'de trilyon kez gördüğünüz roma, amsterdam, barselona'da bok var diye oralara gittiniz. Dakikada 28682 foto çekip paylaştınız. İlk üç, beş fotodan sonra vay ayı vay deyip geçtik.

Bunları sırf hiçbir yere gidemeyip evde oturduğum için yazmıyorum. Gerçekler bunlar. Maalesef benim tatil yapamadığım zamanlarda sosyal medya ortamı bombok paylaşımlarla doluyor. Hayır ben de plan yapmıştım, ben de en havalı yerlerde en pahalı biçlerde en sofistike kokteyller eşliğinde fakirliğinizi, sıradan ve basitliğinizi yüzünüze çalacaktım ama olmadı. Hayat ben planlar yaparken çok gülüp eğlenmiş olmalı ki baĞzı nedenlerden dolayı ankaradaki lüks villamda hapis kaldım. Önümüzdeki maçlara bakıcaz artık..

Ya üzülme, ben seni ankaradaki en kral yerlere götüreceğim, hiç sıkılmayacaksın diyen biricik eşim evde 7/24 don atlet tv izledi. Ya al arabayı git nereye istiyorsan diye çemkirdi arada. Ulan dul kadın gibi bayramda bebemle akraba ziyaretine mi gideyim ayıoğluayı? Kaldı ki en fakir akrabamız bile tatilde amk. Hangisine ne yalan söylediğimi unuttum "aa neden gitmediniz biryerlere" dediklerinde. Birine arabayı çarptık, diğerine hastaydık, öbürüne ay eşim bol sıfırlı bir anlaşmaya imza attı da o yüzden, maldivlerde ayarladığımız bungalova bred pit aylesiyle gitmiş inanamıoğrağm. Atmadığım sükseli yalan kalmadı.

Netçe olarak hepinize kin ve nefret doluyum. Bir daha da bu kadar uzun bayram tatili yokmuş, oh canıma değsin. Anca ramazan çadırında içtiğiniz arrrrmut hoşafını paylaşırsınız artık.

Bebeyi de okula ekim-kasım gibi veririm diyordum. Evde otur otur otur otur otur baktım çürüyüp ölmeye başladık bari o kurtulsun diye bugün hayırlısı ile başlattık. Evladım "anne biz neden izmire, bodruma gitmiyoruz" diye her sorduğunda mermiyi namluya verip sıktım adamın alnının ortasına. Ölmedi ayıoğluayı. Onun da suçu yokta işte. Biri ölmeli di mi. Ben mi öleyim.

Şimdi hepiniz işinizin başına hadi bakim. Gevşediniz iyice puding gibi heryeriniz oynamaya başladı. O şaaşaalı tatiliniz de bitti çok şükür. Üç kuruş ekmek parası için sefil sefil çalışmaya devam edin. Aferin çocum. Canımı sıkmayın benim.

Selametle..


from my zoiPhone😎
Location:Ev

Friday, August 12, 2016

Apandisit Apandist Değil

Öyle başı, gözü ağrıyınca piremses kaprisi yapabilen biri değilim. Kırkta yılda hasta olduğumda "birşeyin yok ya domuz gibisin" diye sevgi ve şefkatle yaklaşır ailem. Dolayısıyla ay başım döndü şuraya biraz oturayım bile demem. Başım döner, düşer bayılırım, üstümden atlayıp geçerler. Yok o kadar olmasa da ona benzer diyelim. Akşam üstü karnım ağrımaya başladı. Olabilir, ağrır, geçer. Geçmedi, dolanmaya başladı. Soldan başladı, sağa kaydı, sağa çöktü hatta. Olabilir, ağrıyabilir, geçer. Erken yatayım da bari sabaha geçmiş olur diyip uyku ilacı aldım. Normalde yarım dozu öküz bayıltan ilacı tam aldım. Yattım, ağrıyor, sola dön ı ıh, sağa dön imkansız, sırt üstü yatınca tekbir getirecek duruma geliyor ağrı. İlaç etkisini gösterse diye beklerken netten semptomlarıma bakayım dedim. Direkt apandisiti işaret ediyor. Teşhisimi koydum ama uyuyayım da sabah şaaparız. Öyle sancı olmaya başladı ki uyusam belli ki sabahı göremeyeceğim. Biricik eşim ve kızım da tv izliyor. Şey bi bakar mısınız diye usulca yanlarına yanaştım. Bi acile neyin mi gitsek ben galiba ölüyorum da dedim. İki saniyelik olayı uzun uzun açıklayan göz temasından sonra atladık arabaya.

- Yavaş kullan arkadaşım karnım ağrıyor ya!
- Ya bişeyin yok öff!
- Olm çukura girmesene ayı, argghh karnım yaa!
- Acile böyle gidilir.
- Acile değil direkt mezarlığa gidelim ölüyom!
- Az kaldı dayan.
- Ulan evinde uzat ayağını çek sancını ne buna laf anlatıyon ya, ah eşek kafam!

Hastanedeyiz, bebenin iyice uykusu geldi. Anne sen burada kal, biz babamla gidip yatalım, iyileşince gelirsin dedi armudun en dibine düşen bebesi. Yörü git şunu ananesine bırak gel dedim. Neyin var dedi doktor. Belirtiler apandisiti gösteriyor diyip netten okuduğum tıp terimleriyle teşhisimi destekledim. Şaşkınlıkla karışık hayran bakışlar beklerken hamfendi apandisit 11-30 yaşları arasında görülür, bu kağıtta sizin yaşınız .... demeye başlamasın mı. Başlatma lan diplomana pzvnk, ona bakarsan 20 yaş dişleri de 20li yaşlarda çıkıyor ama 50 yaşında insanda da görülüyor diye bağırdım içimden. O zaman şöyle söyleyeyim doktor bey; karnımın içinde sığırlar tepişiyor, oldu mu canım. İlla hasta hiç birşey bilmesin, herşeyi siz bilin amk. Yaptılar kan testi, röntgen, mr, muayene, dönüp yarım ağızla "evet bir apandisit şüphesi var ama bla bla bla" İşte o şüpheyi al sana lazım olur dedim yine içimden..

Sabaha karşı (4 gibi) yatışınız yapıldı, sizi odaya alıyoruz dediler. Aha dedim zoi postunu delecekler kızım hazır ol. Valla canımı bile alacak olsalar önce uyumam lazım, perişanım. Biricik eşim de yanımda. Çıktık odaya, prosedür gereği tekerlekli sandalyede götürüyorlar ama karnım her zıplamada sancıyor. Hastaneye yatıyorsun ya havaya sokuyorlar tekerlekli sandalye ile. İki kişilik odada yaşlı bir teyze geçmiş olsun diye karşılıyor. Refakatçisi uyurken o yatağının köşesinde oturmuş meraklı gözlerle bizi izliyor. Sohbet edecek o saatte. Biricik sevgili kocam ile yataklara attık kendimizi. "Uyuyacak mısınız?" dedi. Teyze saat 4 diye tısladım. Bu arada televizyon açık, sesi de. Davul çalsa uyuyacağım için ses etmedim. Sabah oluyor kızım uyunur mu, kalk kocana bi kahve yap dedi. Yeminle dönüp güldüm ya. Yani o kadar komik geldi ki o lafı. Güzel espiriydi.

Neyin var senin diye devam etti. Artık gözlerim kapalı cevap verdim. Apandisitte insanın canı hiç et çekmezmiş, canın et çekiyor mu dedi. Hebee hö he diyebildim. Yok teyze uyuycam ben dedim. Çocuklar benim karnım çok aç, bi döner olsa da yesem, doktooooooor, doktooooor bana döner getirin, tava, kebap, et getirin diye bağırmaya başladı. Siparişleri eşliğinde uyumayı başarabildik. Sabah 6-6:30 gibi birinin dürtmesiyle uyandım. Kalkın ameliyat olacaksınız diyor biri. Ulan dur gözüm açılmıyor daha. Ameliyat mı olacağım, ya doktor durumunu izleyeceğiz demişti, ameliyat demedi bana kimse. Hayır ameliyat olacaksınız diyor ısrarla. Al ulan al böbreğimi mi istiyon al da uyuyayım ya. İyi olayım o zaman dedim. Ne ameliyatı olacaksınız diye sordu. Lan? Ameliyat olacaksın diyen sensin? Ben mi sana bilgi vereyim? Apandisitimi zaten kendim teşhis ettim, lokal yapın açıp bi de kendim alayım o zaman. Siz kimsiniz pardon dedim. Tamam yatabilirsiniz diyip elindeki kağıda bir şeyler karalayıp gitti. Birbirimize baktık biricik eşimle. Manyak mı la diyip geri yattık.

Sabah vizitine havalı doktorlar geldi. İcra memuru gibi daldılar odaya. Acaip ciddiler. Sana da geçiriyolar o ciddiyeti. Lan çok ciddi hastayım de mi lan ben. Ölücem de mi. Olm apandisit diye geldik adamlar üç hafta ömrüm var gibi bakıyo bana. Yanımdaki teyze hamile olduğumdan emin. Benim adıma doktorlara bilgi veriyor "karnı şiş karnı, hamiledir o" Hasbinallah. İzlemeye devam edecekler, bilmem ne kanalından bilmem ne şeysini şey edecekler falan japonca konuşup gittiler. Tek anladığım daha bir kaç gün daha buradayım. Bir de "oral kapalı" dediler. O da yemek yemeyecek demekmiş. Yanımdaki teyze yine müdahale etti "hamile kadın aç olmaz, komposto içsin"

Orali açık olan biricik eşim refakatçi kahvaltısını ettikten sonra eve kıyafet neyin almaya gitti. Süslü stajyer sağlıkçılar gelip rutin kontrollerimi yapıyor. Birinin ağzında da ciklet. Kolumdaki damar yoluna şırıngayla sürekli ilaç sıktığı için ağzına bi tane patlatamıyorum. Gülümseyip teşekkür ediyorum. Yanımdaki teyze belli ki epeydir orada ve hafiften üşütmeye başlamış. Sürekli bağırıyor "doktooor et verin bana, çiğneyeyim tüküreyim lütfen doktoor" diye. Arada bana dönüp canın et çekiyor mu diyor. Konuşmalarından kendisini yiğeni diye tanıttığı refakatçisini günlük ücretle tuttuğunu anlıyor ama çaktırmıyorum. Teyzenin telefonu çalıyor, arayan tamirci, arabasının tamiri için daha fazla para gerektiğini söylüyor. Telefonu kapattıktan sonra refakatçisi "anne ben senin araban olduğunu bilmiyordum" diyor. Cevap "bilmen mi gerekiyordu?" Vay arkadaş olaylar olaylar diyorum elimdeki gazeteden kafamı kaldırmadan. Yetmiyor ağız dalaşına girip kavga ediyorlar. Kız teyzenin oğlunu arayıp işi bıraktığını söylüyor. Oğlu geliyor, doktorlarla görüşüp teyzeye psikiyatrik ilaçlar verilmesi gerektiğini söylüyor.

İçiniz iyice şiştiyse devam ediyorum..

Bu arada bende ne ağrı ne sancı kalmadı. Günde iki miligram antibiyotik yiyince turp gibi oldum. Devletin hastanesinde boş yere yatak işgal ediyorum. Bütün değerler normal. Yok bir gün daha kalacaksın diyorlar. Ağlayacağım artık öyle sıkıldım. Ertesi sabah vizite daha havalı ve daha ciddi gelen doktorlar nasılsın diye sorunca valla süpermen gibiyim doktor bey bırakın beni demekle yetinmiyor ajitasyon baabında benim küçük bir kızım var yanına gitmem lazım diye de ekliyorum. Homurtulu japonca konuşmalar oluyor, anlamıyorum, yine 3 hafta ömrüm kalmış gibi bakıp gidiyorlar. Arkalarından daha az havalı bir kaç doktor gelip büyük tuvaletimi yapmazsam taburcu olamayacağımı ve lavman yapacaklarını söylüyor. Nööey? Biricik eşime hemen beni hastanenin bahçesine çıkarmasını söylüyorum.

- Şşş hadi bahçeye çıkak mı?
- Lavmanı duyunca uçukladın de mi ehiehi
- Kes lan tut şu serumun ucundan hadi çıkalım.
- Ne o kaçacan mı?
- He kaçacam.
...

- Sigara var mı yanında?
- Yok artık!
- Olm iki nefes çekeyim şehrin kanalizasyonunu hoplatırım.
- Söyleyecem doktora ehiehi
- Zçayım da ondan sonra söyle bari.
...

Tuvaletten çıktığımda yüzümde trilyonluk transfere imza atmış yozgatlı futbolcu sevinci vardı. Öğlen çıkışım yapıldı, elimde reçete, kucağımda evladımla evime döndüm. Aynı günün akşamı da darbe oldu. Fetö beni de öldürmek istemiş olabilir. Milleti güldürüyor pis soytarı, öldürün bunu falan dedilerse..

Yannız şunu söyleyeyim gittiğim en temiz, yemekleri en leziz (kaynak; eşim), yatakları ve odaları en rahat devlet hastanesi. Tabi kimse benden normal insan takdiri ve teşekkürü beklemesin. Buradan beni o hastaneye yönlendiren, ilgi ve alakasını esirgemeyen caanım arkaaşlarıma teşekkür eder, cumartesi günü bira-pizza partimizde yanaklarından öpeceğimi bildirmek isterim.

Allah düşürmesin, eksikte etmesin, tüm hastalara şifa, doktor ve personele sabır, güç, kuvvet versin diyor ve "ameliyat olacaksınız, olacaksınız evet, ameliyat olacaksınız, ama ne olacaksınız" diye beni sabahın köründe kaldıran denyoya nanik yapıyorum.

Sağlıkla kalın.


from my zoiPhone😎

Location:Ev

Friday, July 29, 2016

Hayır!

Dört buçuk yaş annelerine psikolojik yardım yapılmalı, koruma altına alınmalı ve gezici araçlarla sokaklarda çıldırmış halde gezen bu anneler toplanıp uyutulmalı. Dört buçuk yaş anneleri hatıra ormanı kurulmalı. İsimleri köprülere, caddelere verilmeli, hayratlar yapılmalı. Dört buçuk yaş anneleri anma günü olmalı. Hayatını kaybedenler şehit, aklını kaybedenler gazi kabul edilmeli. Dört buçuk yaş annelerine bazı ayrıcalıklar tanınmalı, belediye evlerine yemek yollamalı, tekel bayilerinde kullanılmak üzere açık çek verilmeli, buna karşılık oy kullanma ve gündeme ilişkin görüş bildirme hakları ellerinden alınıp geçici fasulye muamelesi yapılmalı. Vergilere eklenecek dört buçuk yaş annelerine yardım paraları ile ıssız bir ada 99 yıllığına kiralanıp mağdurlara tahsis edilmeli. Adaya çocuk girişi yasaklanmalı, denizde köpek balıkları, karada ise dikenli tellerle gerekli önlem alınmalı.

Gereğini arz eder, ekte geçerli nedenlerimi sunarım.

zoi planet.


- Günaydın güzel kızım.
- Hayır, günaydın falan deme!
- Ama bak sabah oldu.
- Hayır sabah falan olmadı, konuşup durma!
- İyi sen uyanma o zaman, uyumaya devam et.
- Ya hayır devam edemem konuşup duruyosun!
- İyi sustum, hadi bye!

10 dk sonra

- Ay uyanmış benim bıdığım, gel bi öpeyim.
- Ya hayır bıdığım deme! öpme, sen kokuyosun!
- Ne kokuyorum beaa! Kahve içtim, ne kokuyorum aptal kafalı bok!
- Bok deme, kaka kızlar bok der!
- La havvvleğğğ.. Süt içer misin?
- Ya hayır akşam içtim ya süt, hep süt hep süt ya offf!
- Meyve suyu?
- Off hayır meyme suyu sabah sabah içilmez!

Sakinleşmek için 10 dk ara.

- Acıktın mı?
- Hayır ben acıkmam.
- İyi, bir şey istersen söyle.
- Ya hayır birşey istemem dedim ya!
- Lan tamam istersen söyle diyorum!
- İstemem diyorum ya hayıııııır!
- Başına o hayır kadar taşlar düşsün evladım.

.....

- Ben sabahları kek yemeyi çok severim.
- Kek yok, omlet yer misin?
- Ya hayır kek istiyorum! Kek, kek, kek, kek, kek, kek!
- Kek yok çocom. Sandviç, tost, omlet?
- Ananem nerde?
- Evinde.
- Ananem gelsin bana kek yapsın.
- Ben seni camdan fırlatayım, sen git ananen sana kek yapsın.
- Imm tost yap o zaman. Hayır sandviç yiycem, peynir koyma.

10 dk sonra

- Ya peynir koyma dedim, ıyyy peynir var bunda! (sandviçi yere atar)
- Lan peynir koymadım bebe, tereyağ o, al onu yerden ye şimdi!
- Hayır peynir o peyniiiir ıyyyy!
- Bak evladım o yere attığın sandviçi ya it gibi alıp yersin ya da akşama kadar ulursun yemek diye!
- Hayır yemiycem!
- Yeme çocum, yeme allahın cezası, yeme yavrum, yeme.

2 saat sonra

- Anne kediler sandviç yer mi?
- Aç kalınca herşeyi yerler.
- Ben kedi oldum şimdi o yerdeki sandviçi yiycem.
- Aaa akıllı kedicik, aferin sana.
(sandviçi yer ve ikincisini ister, onu da yer)

- Hadi parka götüreyim seni?
- Hayır, eee tamam parka gidelim ama büyük parka!
- Tamam bisikletini de alalım.
- Ya hayır orda çok hızlı kullanıyorum bisikleti sonra düşüyorum olmaz!
- Lan iyi almayalım o zaman bebe!
- Ama yavaş kullanırsam düşmem, alalım.
- Allağğm tut beni, şeytana uydurma yarabbiiğğğ!

yolda

- Parktan dönüşte ağlamak yok tamam mı, gidelim deyince 'peki annecim' diyeceksin?
- Tamam annecim. Ama çok duralım parkta, 100 kadar duralım tamam mı?
- Tamam çok duralım.

2 saat park mesaisi sonrası dönüş;

- Hadi gidiyoruz.
- Ya hayır daha yeni geldik, gitmiyoruz.
- Evladım iki saat oldu, heykelimizi dikecekler parka, hadi diyorum!
- Hayır diyorum, hayır, hayır, hayır.

Kaçma, kovalama, yakalama, bağrışmalar, hırpalama, arabaya sokma, bağlama..

- Kızım hani peki annecim diyecektin, öyle anlaşmıştık.
- Hayır anlaşmadık, seni sevmiyorum, sen kötü annesin!
- (Vay amk kötü de olduk) Kötü müyüm?
- Evet (aha evet dedi) sen kötüsün, bi daha seninle parka gelmiycem!
- Evet böyle yaparsan bir daha asla parka gelemiyceksin doğru.
- Ööeeee babamı istiyorum, babaağğğğ ööeee!
- Hay senin babayın şarap çanağına!

...........

- Susadım ben.
- Bardağın orada, doldurup içebilirsin.
- Hayır sen getir!
- (cinnete 5 kala) Ben susadığımda senden mi istiyorum?
- Hayır sen getir işte!
- Kalkıp içebilirsin.
- Hayııııııırrrrr! Ben içemem, senin getirmen lazım öööeee!

.........

- O kıyafetleri neden oraya koyuyorsun?
- Yıkandı bunlar, asıyorum ki kurusun.
- Tamam sen as ben toplarım. (astıklarımı çekiştirerek yere fırlatır)
- (cinnete 4) Bebe bin tane oyuncağın var, düşsene yakamdan, defol git oyun oyna hasbinallah yaaa!
- Hayır ben sana yardım etcem.
- Kıpırdamadan ve konuşmadan dur şurada bana en büyük yardım bu olur. (imkansızı istemek)
- Ya hayır duramam, hem çişim geldi benim.
- İyi hadi gel.
- Hayır ben kendim yapıcam.
- İyi yap ama düşme!
.
.
.
- Anne düştüm ben. (vol. 9253728)
- (cinnete 3) Ya bıktım senden yeminle bıktım ya yeter ya yeterrrrr!

.........

- Anne ne güzel koktu, ne yapıyorsun?
- Fasulye.
- Iyyy ben fasulyeleri sevmem!
- Pilav var yanında, seversin.
- Hayır pilavları hiç sevmem, bana makarna yap.
- (cinnete 2) Sana bok yapayım, eşşeğin bokunu yer misin?
- Hihihihii bok yemem ben, sen şaka mı yaptın?
- Hee şaka yaptım. (çok ciddiyim)

.............

- Bana çizgi film aç.
- Açar mısın annecim denir!
- Açar mısın annecim?
- Hayır haber dinliyorum, bekle biraz.
- Ya hayır bekleyemem hemen çizgi film aç! Çizgi film ööeeee aç diyorum, açıcaksın, aç!
- (cinnete 1) Lan on dakika haber bakıcam bi sus bebeeeee!!

Kapı kilidi açılır ve keyifli bir iş gününün tatlı yorgunluğu ile baba eve girer;

- Selaaaam, nasılsınız bakalım?
- ...... (NASIL OLACAZ HAYVAN HERİF NASIL OLACAZ DELİRDİK BU SAATE KADAR, NASILMIŞIZ, NASILIZ SEN SÖYLE, NASIL GÖRÜNÜYORUZ ORADAN)
- Babaaa, babacığımmm, seni çok özledimmm..


Game over.


from my zoiPhone😎

Location:Ev

Sunday, June 19, 2016

Diyaloging

08:30

- Sabah iki lokma peynir yedi onunla duruyor.
- Hı iyi.
- İki lokma peynirle karın mı doyar? Sor birşey istiyorsa yap şu çocuğa!

- Evladım ne istiyosun, ne yapayım?
- Benim karnım top anne.
- Hı iyi.

- Ay ne rahatsın zoi, çocuk aç, iki lokma peynir diyorum yaa!
- Sordum anne, karnı tokmuş. Aç olan çocuk tokum demez di mi?
- Üfff ne biçim annesin, çocuk iki senedir aynı kiloda, çırpı gibi yavrucak, yazık çok üzülüyorum, sevdiği bir şeyi yapsan yer, git yoğurda muz falan doğra onu yer belki.

- Çocom yoğurda muz doğrayayım, yer misin?
- Ya söyledim ya anne, benim karnım TOP!
- Hı iyi.

- Sorana kadar yapıp kaşıkla yedirsen olmuyo mu? Senin üşengeçliğinden vitaminsiz bu çocuk. Ananeciiiiim sana muzlu yoğurt yapayım mı piremsesim? (ulan ben de sordum ya, sordum diye kızdın, git yap dedin ya, sen niye soruyon ki şimdi)
- Üfff anane yaa yemiycem, topum ben!

- Yemiyor. Haftada iki yumurta yese kar. Ne sebze yiyor ne meyve. Doktora gidelim bi. Vitamin yazsın, iştah açıcı versin.
- Anne yeni gittik, kadın boyu-kilosu iyi. Her zaman herşeyi sizin istediğiniz ölçüde yemek zorunda değil. O damak zevki olan bir birey. Vitamin ya da iştah açıcı vermek istemiyorum. Kilosu düşük olsa belki ama ihtiyacı yok dedi ya ANNEEEE!
- Dedi ama yemiyor işte?!?!*
- İnnaaytanyakelkevser...


11:00

- Sabah iki lokma peynirle duruyor, ne yapıcan bu çocuğa?
- Fasulye var, yanına da salata yaparım sever o.
- Hiç et yemiyor bu çocuk, iki de köfte kızart yanına da yesin.
- Anne yumruğu kadar midesi var, neresine yesin hepsini.
- Et yemesi lazım kızım, kan olsun, can olsun. Kızart ordan iki köfte.
- Hı iyi.


12:30

- Yedi mi köfteleri?
- Yedi ve doydu anne. Fasulye ve salatayı yemedi.
- İki köfteyle mi duruyor şimdi bu çocuk?
- İki lokma peynir ve iki köfte evet anne.
- İlk başta köfteyi vermeseydin, fasulye yeseydi azıcık!
- Anne ev kebapçı gibi köfte koktuktan sonra bebeye fasulyeyi önce ye çocom diyemedim.
- Deseydin yerdi o.
- Anne bu çocok 4 yaşında 4. O işler öyle olmuyo.
- Hiç sebze yemiyor bu çocuk. Bacakları, kolları çırpı gibi. Yok yemiyor!


14:00

- Ananeciiiiim, annen sana meyve tabağı yapsın mı? Elma, armut hıı?
- Havuç yiycem ben.
- Annesi havuç getir piremsesime. Biraz da meyve getir yer o.

- Yedi mi meyvesini?
- Anne kol kadar havuç yedi, elmayı ısırıp çöpe attı.
- Yemedi mi elmayı? Ay hiç meyve yemiyor bu çocuk. Vitaminsiz işte. Ne var soyup koysan önüne!
- La havle vela kuvvet inna binna...
- Soyup koysan, oyuna daldırıp ağzına tıkıversen yer o.
- LAN YEMİYOR İŞTE YEMİYOR ANNEAA!
- Bağırma, biz sizi böyle mi büyüttük! Sabah 6'da kalkar, fırına kek koyar, meyve suyu sıkardım ben size. Böreğim, salatam eksik olmazdı. Dolmalar yapar yedirirdim. Çeşit çeşit yedirdim ben size. Doktorlar, öğretmeniniz teşekkür ederdi. Herkes pazardan pazara yıkardı çocuğunu, ben sizi perşembe ve pazar yıkardım. Bir kere bitlenmediniz (ben pirelendim ama onu saymıyor demek ki). Öksürseniz doktora giderdim. Aah ah.
- Bi madalya ne bileyim bi plaket, bi kupa falan verdiler mi peki?
- Terbiyesiz!


16:30

- Havuçla duruyo bu çocuk. Akşama ne yediricen? Makarna ile büyüyor. Vitamin yok ki onda.
- Fasulye, salata, ayran.
- Fasulyeye kıyma koysaydın.
- Anne yaz günü taze fasulyeye niye kıyma koyayım ya? Manyak mıyım ben?
- Et, sebze bir arada olurdu, azıcık kilo alırdı çocuk.
- Ayhhh içimi şişiriyon içimi. İçim böyle balon oluyo, şişiyo şişiyo, sonra hööeeeerrk diye patlamak istiyorum anne. Böyle masayı kaldırıp fırlatmak istiyorum anlıyo musun? Bebeyi yere yatırıp kollarını bağlayıp ağzına kıyma tepmek istiyorum. Sonra tencereyi kafasından aşağı boşaltmak, ayranı burnuna dökmek istiyorum anne. Nöeee yemek istemiyor musun köpeeeek diye tokatlamak istiyorum. Anlıyo musun?
- Kabahat çocukta değil ki. Sen kafayı yemişsin. Git tedavi ol. Yazık bu çocuğa. Hem yediremiyorsun hem bana laf sayıyorsun. Dizim iyi olsa ben bakarım torunuma. Topaç gibi yaparım iki ayda. Ne biçim annesiniz ne biçim insanlarsınızkjnskkknckjsdcmzöxkxvbldmvöçcknx.... (sonu gelmiyor)


20:30

- Yatarken süt ver eline.
- Daha yeni ayran içti anne!
- Sen ver, iki yudum içse kar.
- KALK SEN VER ANNE!

Söylenerek, oflayıp puflayarak kalkıp süt veriyor.

- Hadi benim piremsesim, hadi ananecim bi yudum iç.
- I ıııh içmiycem.
- Hadi benim güzel kızım, hadi ananem, hadi kuzum.
- Karnım top anane, istemiyorum.
- Hadi fındığım, hadi fıstığım, bak kocaman abla olucan.
- İstemeeeem, aylan içtim ya.
- Bak nehir ablan gibi büyüycen, kocaman olucan.
- Ben kocaman olmak istemiyorum anane, içmeeem.
- Bok iç eşşoleşşeğin bebesi bok iç, ayağına kadar süt getirdim kaç yaşında kadınım, dizlerim ağrıyor, sırtım ağrıyor, bok iç!

- Isısısısısısısısıısısısısıssss


08:30

- Sabah iki lokma pey


from my zoiPhone😎

Location:Özbek

Saturday, June 11, 2016

Talih Kuşu

Evde paçamda bebeyle ocağı siliyorum. Sabah yaptığım yenmeyen krepleri pikniğe falan gidersek frizbi oynarız diye tabakta öylece bırakmışım. Ayağım yarı çıplak. Çünkü bir topuğumda mavi diğerinde pembe oyun hamuru yapışık. Öğleden sonra olmuş ama hala üzerimde pijama. Bu eve mi yüzümü yıkayıp makyaj yapacağıdım? Bu pislikte mi kar beyaz elbise giyip salınacaktım ki? Ocağı da terapi olsun diye siliyorum zaten. Örgü örmek, kitap okumak, yoga yapmak gibi. Gözlerim bile yarı açık. Komple açıp etraftaki tozları, penceredeki parmak izlerini, salyaları görmek istemiyorum. Beşinci kahvemi içiyorum. Ne zaman ağzıma bir lokma atsam "anneeğğğğ kakam geldieğğ" dediği için yeme refleksimi kaybettim. Kendi tuvaletini ve temizliğini yapabildiği halde ne zaman ekmeğin köşesini ısırsam bok aromasıyla yutturuyor bana. Ben de en iyisi yemeyeyim de öleyim diye bi tepki geliştirdim. Hiç bir şey yemeyip hiç kilo vermeyen ilk insan olabilirim.

Annem İzmir'de. "Ev boyanıyor, pencereler, camlar değişiyor. Gelmeyin daha temizlik yapılacak vıdıvıdı bıdıbıdı" başından savıyor beni. Ya bir şey olmaz bir köşede otururuz biz gelelim diyorum, bu sefer de "Öhhöee öhööe valla boğazlarım fena, kız hasta falan olur" diye işini sağlama alıyor. İyi anne iyi. Yok yani zaten benim de hiç tatil falan yapasım yok bu sene, bütün yılı evde anti-depresan ilaç kutularından kule yaparak geçirmek istiyorum. Çok yoğunum anne çoook! Bildiğin gibi değil. Hani gel desen de gelemem. Yoğunum annee!

Ağzım köpürmüş halde tırnak törpüsü ile ocağın kenarlarını temizlerken sevgili eşim gelip "hazırlan, yarın izmire gidiyorsunuz" dedi. Kulaklarım dikildi ve ona baktım. Hazırlan dedi. Kuyruğumu sallayıp etrafında bir kaç tur attıktan sonra sevinçten kucağına atlayıp yüzünü yalamaya başladım. Kafamı okşayıp sevdi, sakinleştirdi beni.

Her gittiğimde koca valiz hazırlıyorum, hiçbirini de giymiyorum, bu sefer minik bir çanta yapacağım diye başladığım hazırlık üç bavul ve iki çanta ile sona erdi. Sabahın kör saatinde babamla çıktık yola. Evladım da en az benim kadar sevinç içinde kuyruk sallıyordu tabi ki. Hatta yolda ara ara bana bakıp "anne bir daha o eve dönmeyelim olur mu" diyordu. İkimiz de kusacak kadar eve tıkılmıştık çünkü. Olur kızım, dönmeyelim. Dönmeyelim anasını satiim..

Evi gayet temiz ve düzenli buldum. Dış cephe boya işi bile az kalmış. Annemin öksürüğü de biz geldikten iki gün sonra aniden kesildi. Dolayısı ile ben de eve yayılmak sureti ile kısa sürede yerleştim. Kızımın yeni ikameti ananesinin paçası olduğu için pek rahatladım. Annem bunalıp babama, babam bunalıp anneme paslamak suretiyle akşamı ediyorduk. Yemiyor bu çocuk, aç bu aç, annesi yedirsene, sen yersen o da yer(?!), ay aç bıraktı çocuğu diye darlamaya başladıkları noktada netten okul bakmaya başladım.

Sonra olaylar pat-küt gelişti;

PAT
Bir davetten dönerken gözüme nette gördüğüm anaokullarından birinin tabelası ilişti. Babaağğ dön şurdan dön diye can havliyle direksiyona atladım. Daha ne oluyor, neresi burası, kim bu, ne? demeye vakit bırakmadan ön kayıt evraklarını imzalıyordum ben. Tamam o zaman yarın sabah bırakıyoruz hamfendi, saygılağğğrr diye çıktım kapıdan. Çünkü o an kayıt için sağ elinizin küçük parmağını satırla kesmemiz gerekiyor deseler, ya lafı mı olur kolumu alın diyecek durumdayım.

KÜT
Ertesi sabah saat 8'de kızı bırakıp 5km yürüyüş yapıp, iki saat güneşlenip, iki saat duş alıp, iki saat dergi okuyup, iki saat uyumak sureti ile günümü gün ettim. Ve akşam şıkır şıkır giyinip sanki bunları hep yapıyormuşum gibi burnum havada kızı almaya gittim. Ve sonsuza kadar mutlu yaşadım.

Tatil gibi tatil ulan. Tamam buraya servis olmadığından ben götürüp getireceğim ama 15 dakikalık yol için yas tutamam yani. Ha yolda hiç durmadan "gitmek istemiyorum, beni bırakma, daha ne kadar gidicem okula, ne zaman bitecek, gitmek istemiyorum, istemiyorum, öeee" diye söylenerek beyin ölümümü gerçekleştiriyor olsa da dönüşteki sessizlik herşeye bedel. Okul ne zaman bitecekmişmiş. Diyemiyorsun ki daha 15-20 yıl okul ulan. Aklı erse düşüp bayılır herhalde bunu desem. Vah yağzııık..

Akşama kadar tepemdeyken bir türlü geçmeyen zaman okuldayken zırt diye geçiyor. Bilim insanları bunu açıklasın lütfen. Ayrıca aman yazın okula başlasın, hasta olmaz, o olmaz, şu olmaz derken daha üçüncü gün ateşi zirve yaptı amk. Hasta çocuklarını okula yollayan sorumsuz ebeveynler yüzünden biz de onların konumuna düştük. Öksürük, burun akıntısı, ateş bunların yazı, kışı yok karşim. "Sınıfta hapşuran çocuk yüzünden hasta oldum, gidip ona kızıcam ve tekme atıcam" dedi benim edepli narin piremsesim. Tekme atma da git ensesine bi tokat atıp anana selam söyle de diye kibarca uyardım ben de. Çünkü damarlarımızdaki asil kan bunu gerektirir.

Ya öyle sevgili okur. Bildiğin talih kuşu kafama zçmış bu yaz. Herkes aiiyy okullar kapanıyor, ne yapcas bebeyle tüm gün diye inim inim inlerken, kolunda dizi dizi burmalar olan kayserili zengin kodaman karıları gibi kasım kasım kasılıyorum bu aralar. İki lafımdan biri okul. Yıllarca okula gidiyor mu? neden gitmiyor? sorularına ezik cevaplar aramaktan usanmışım zaar. Sorun arkadaşlar sorun. Böyle ağrıyan kulunçlarıma doğru sorun. Ohhhşş..

Herkese hayırlı ramazanlar, hayırlı oruçlar, huzurlu tatiller.


from my zoiPhone😎

Location:Özbek

Tuesday, May 10, 2016

Mayıs Hoşgeldin mi?

Sabah işe gitmek için kurmuş alarmını. Galiba 6 küsürlü bir saatte, bangır bangır son ses alarm çalıyor. Allaaaahuekber diye fırlıyorum yataktan, deprem mi oluyor lan bu ne? Savaş alarmı değil telefon alarmı olduğunu anlamam bir kaç saniyemi alıyor. Bakıyorum adam hala horul horul uyuyor. Bu seste, valla hayret. Tabi o sinirle buna bi tepik atıyorum, hııaağ nolio ya diye homurdanıyor. Kapatsana olm şunu, ömrümden on yıl gitti bu ne ses amk, uyan nereye gideceksen elimden bir kaza çıkmadan bas git. Ya tamam, beş dakka sonra uyandır beni diyor hala. Tavada yağı kızartıp dök kulağından diyor şeytan, ne duruyorsun? Beş dakika sonra 'şşş bilader kalksana' diye dürtüyorum, "taam anne yiaa" diyor. He anne hee, kalk oğlum servis kornaya basıyor aşağıda! Tövbe yarebbi, şu saatte suçum yok, günahım yok mehter marşıyla ayağa diktin beni, ulan alacağın olsun diye kahvesini hazırlıyorum. Öpüp uğurluyorum sonra, hadi işin rast gitsin diyerek. Çelişkili bir sabaha daha uyanıyorum..

Bunun bebesi de akşam benim başımı beklediği için erken uyanamıyor. Kızım git yat, uyu diyorum, ı ıh. Aman onu bırakıp alemlere akarım diye kaynana gibi tepemde. Akşam saat 23 olmuş, bizim evde sanki yeni yıl coşkusu. Bütün ışıklar açık, müzik, dans, yalnız kalma ihtiyacı olan bir insanı kederinden öldürecek cinste bir eğlence vukuu buluyor. "Ben uyumayı seemem anne" elinin körünü sev evladım. Neyse, ben de bu sayede sabahları komple ıslanacak kadar duş alabiliyorum. Neredeyse iki sene sırtına su deymeden duş alabilmiş insanım ben. Uzun uzun suyun altında kalmanın lüksünü anlayamazsınız. Hangisi iyi karar veremiyorum. Erken uyusa akşam ve hatta gece bana kalır, kafam, gözüm dinlenir. Geç yatıp öğlen uyanınca da tüm sabah benim. Bu sene okula başladığında elimi, kolumu nereye koyacağımı şaşıracağım eminim. Kafası kesik tavuk gibi gıdaklar dururum artık. İlahi okul disiplinini dört gözle bekliyorum..

Öğlen uyanan bebeyi akşam yorgun düşürebilme stresini bilir misin abidin? Yakınlardaki büyük parka gidiyoruz. Her seferinde giderken çantama kitap koyuyorum. Ne kadar amerikan filmi izlemişim hesabet. Evladım gözümün önünde şen kahkahalar atarak eğlenirken kitabımın 178. sayfasından gözümü hafifçe kaldırıp ona bakacağım ve vicdanımın sıcacık battaniyesinin altında esrarengiz roman kahramanının hikayesine devam edeceğim. Bu daha bebekken de çantama allık ve ruj koyardım. Bir yerde es verip yapmadığım makyajımı tazelerim belki diye. Hep bu filmler yüzünden herşey çok kolay ve eğlenceli geliyor amk. Film onlar olm film. Hepsi rolünü yapıp evine, mutsuz hayatına devam ediyor..

Geçen bir arkadaş arabasını geri geri park ederken kaza yapmış. Ne oldu, nasıl oldu, geçmiş olsun dedim. İlk defa çocuğu babanesine bırakıp kız kıza dışarı çıkmış. Bir an önce arabayı park edip arkadaşlarının yanına oturmak istiyor. İyi de araba kullanır. Hava karanlık, geri vitese takıp sağ elini yandaki koltuğa koyup hizalama yaparken arkadaki sensörlü oyuncak "merhaba ha ha ha" deyince korkusundan gaza bir yüklenmiş, çöt diye duran arabaya bindirmiş. Elim, ayağım boşaldı lan orda diyor. Ben olsam altıma ederdim. Gecemin rezil olmasına mı, parkçılarla papaz olduğuma mı, sinirden gülerken kocama durumu anlatamama mı neye üzüleceğimi şaşırdım dedi..

Çocuksuz dışarı çıkmak bile başlı başına atraksiyon. Bazen kız kıza buluştuğumuzda kulağıma ses geliyor; "anneeee ben hamburger istiyorooom". Hayır diyorum bu bir kabus, sakin ol zoi, lütfen duyma bunları "anneee çişim geldiii" hayır zoi, geçicek, karşındakinin ne anlattığına odaklan, "anneee yere tükürdüm, hadi sil hihihi", ne içiyorsan koca bir yudum al zoi, müzik çalıyo onu dinle. Telefona bakma dakkada bir! Babası ile iyi vakit geçiriyordur. En kötü aypede bakmaktan miyop falan olur, senin delirmenden iyidir. Di mi..

Eylül'ü bekliyorum, gözlerim kapalı..

Öperim.


from my zoiPhone😎

Location:Ev

Wednesday, April 13, 2016

Hasta Menüsü

Orta okuldayım. Her o yaş kişisi gibi ben de ambalajlı, ambalajsız bütün sokakta satılan leş şeyleri afiyetle yiyorum. Cebimde 1 lira kalarak eve gelmiyorum. O 1 lirayı bile o leş macuncuya verip vıcık vıcık renkli şeyi bitirerek giriyorum eve. Evde (şimdi olsa mis gibi) iğrenç kapuska kokusu. "Yo onno yono mo koposko" diye havlayarak odama geçiyorum. Kapıyı kilitleme huyum var. Neden? Çünkü pencereden belime kadar sarkıp sigara içicem. Hatırlamıyorum nerede saklıyordum, eve sigara nasıl giriyordu ama hiç sigarasız kalmadım. Zaten bir alışkanlık değil mini bir ritüeldi o içiş. Hatta isyandı sıradan hayatıma. Olması gerektiği kadar isyankar ve asi halimle akşam yemeğini de reddediyorum. Ama sigarayı içince bir tuvalet ihtiyacı oluyor ya. Giriyorum tuvalete, ulan sanki bağırsağıma çimento dökmüşler. Çıkmıyor namussuz. Annem kapıyı çalıyor "yo onno bo got yoo" diye kovalıyorum. Sonra baktım olay ciddi "onno çokmoyor booğğ" diye bağırıyorum. Kadın tuvalete kayısı suyu ikramı yapıyor. Tabii ki pisikolocik olarak ve duvarları yumruklamak suretiyle rahata eriyorum. Kabız bir ortaokul insanı..

Lise de aynı. Kantin tostu ve kola ile beslenen gençlik tuvalette duvara karşı boks yaparak zçabiliyordu. O zamanlar tuvalette bir tetris bir de "laf sokma" defterim olurdu. Hani şimdilerde twitter'da 150bin rt alan o kasılmış aforizmaları biz orta okul, lisede deftere yazardık. Bir elime geçse o defter ne eğlenirim şimdi. Kayboldu gitti.

Geldik üni'ye. Birbirini tuvalette kalma süresine kadar bilen kankalıklar kurulduktan sonra başladı bir yarış. "Kızım ne kadar kısa kalıyorsun wc'de oha" dedi birisi.

- Oha zoi, ne yapıp çıktın la sen?
- Çşimi yaptım lan işte!?
- Olm kaç saniyede yaptın?
- Lan sanane, yalan mı söylücem?
- Bi daha ki sefere yarışak mı?
- Yarışak amk!

İşte böyle başladı iç hastalıkları profesörüne kadar giden o acılı yol.. Yıllarca gerek okulda gerek beraber gittiğimiz her yerde yarış. Oldu mu sana bi alışkanlık. Evde kimse yokken bile saniye tutuyorum. Bir ıkınma, bir ıkınma ki sorma. İki saniye erken çıkmak için dalağımı bırakabilirim orada. Sıkmaktan dişlerim, ıkınmaktan belden altım iflas etti. Ulan herkes malını mülkünü yarıştırır bizim hale bak..

Neyse yıllar sonra bu sidik yarışının daimi birincisi olan ben kronik hemoroid olurken ikinci ve üçüncüler fistül dedikleri hafif çatlaklarla hayatlarına devam ettiler. Öyle lafta sidik yarıştırmayız biz hacı. Kendine güveneni toalete beklerim. Ya da evde test edin, el yıkama da dahil 9 saniyeyi geçebiliyonuz mu? Sanmam.

Konu bulamayınca b*ka sarmak dedikleri durumu hep beraber bizzat yaşamış bulunuyoruz. Hepimize geçmiş olsun.

Ama bak bu hemoroid için benim canım annem neler neler denedi üstümde. Ya hangi hastalık sıcak kiremite oturarak tedavi edilir arkaaşım? Ana fikir popoyu sıcak tutmak anladım da kiremitin sürece etkisi ney? Çünkü Sebayat teyzenin görümcesinin halasının kızı kiremite oturmuş, g*tü iyileşmiş. Tam bir şehir efsanesi. İyileşmedi tabii ki..

Kirpi eti. Evet evet kirpi eti. Sebayat teyzenin görümcesinin halasının kızının kuzeni kirpi eti yemiş, ertesi gün iyileşmiş. Ya kirpide et olduğunu nerden çıkardınız. Kirpi hareket edebilen diken değil mi arkaaşım. Ayrıca ben kirpi eti yesem g*tüm iyileşir mi bilmem ama miğdemi ağzımdan çıkarabilirim yani..

Salyangoz. Ama her salyangoz değil; yağmurdan sonra çıkangiller. Ne kadar b*ktan bir hastalık yarebbi. Bizzat pişirip koydu önüme. Fığansız usulü salyangaçyo dö la piğer (gırtlaktan okuyun lütfen). Kapat gözlerini ve harika bir dana eti yediğini düşün dedi. Gözümü kapattığımda ciyak ciyak kaçışan salyangozlar görüyordum. Kaşığı ağzıma kadar getirdim, ı ıh, ağzım açılmadı..

Turunç dedi sonra. Sebayat teyzenin görümcesinin halasının kızının kuzeninin amcası turunç rendeleyip poposuna sürmüş. Adam bildiğin manyak yani. Sülalece manyaklar. Ya niye kimsenin aklına doktora gidip ilaç yazdırmak gelmiyor anlamadım ki. Yeterli derecede inandırıcılığı olmadığından onu da denemedim.

Ankara'da meşhur bir doktor var. Konuyla alakası olanlar şıp diye bilir. Adam sihirli değneğiyle bir dokunuyormuş yeni doğmuş bebek şeysi gibi oluyormuş fln fln. Bundan yıllar önce aradım. Dehşet bir ücret söyledi telefondaki kadın. Nööeeyy, ulan o paraya uzayda seyahate gidiyor millet be. Bir de nakitmiş, kredi kartı kabul etmiyormuş. O kadar parayı bir arada görmemişim ben daha, bulup g*tüme basacam he? Hamfendi kamera şakası mı, nereye el sallıycam demişim sonra..

Tam ulan kurtuldum, geçiyor herhalde derken hamilelikle tekrar hortladı. Malum karnında insan olan bir insanın bağırsakları sol omzunda falan oluyor. Omuzundaki dışkıyı çıkarmakta üç günü buluyor. Bir bakmışsın belden altın lale bahçesi..

Tamam tamam. Bu kadar yeter..

Bir daha ki sefere konu bulup oturayım ekran başına..

Bunu saymam seyırcı, yine beklerim ehi!

Sevgiler.


from my zoiPhone😎

Location:Ev

Wednesday, March 9, 2016

Suziyle Hayat No. 2

Bir aydır İzmir'deyim. Malum bu şehir bir vakit sonra annemle ikimize dar gelmeye başlıyor. Hah işte o vakitlere freni patlamış kamyon gibi hızla yol almaktayız. Sabah birbirimizi görüp günaydın yerine "ayhh yine bu kadın" diyerek başlıyoruz. Ben kahve içiyorum o çay koyuyor, ben yumurta haşlıyorum o sabahın köründe düdüklüye nohut atıp evi kokutuyor, sabahın köründe düdüklü çalışır mı kardeşim? Hadi nohut bir derece geçen sabah kelle, paça kokusuyla uyandık. Burnum o leş gibi kokudan morarmış, tek gözüm kapalı, ağzımın kenarında kusmukla gittim yanına;

- Neabion kadın sabah sabah?
- Paça haşlıyorum, akşama çorbasını içeriz.
- Anne akşama 94 saat var daha bu acelen niye?
- Anca pişer, yeriz mis gibi.
- Anne saat 8 ya??
- Oldu mu o kadar? Zaman çok hızlı geçiyor.
- YA ZABAAN KÖRÜ DİYOM ZABAAN KÖRÜ YA
- Aman beğenmediysen içmezsin ne bağırıyosun?
- İÇMEDİM ANNE ÜSTÜME GİYDİM ÇORBAYI

Hiçbir şey bulamazsa evin temizliğinden olay çıkartıyor. Güne söylenerek başlıyor mesela "rezil oldu ev rezil, bugün bi süpürge bi vileda yapmak lazım, ah dizlerim böyle olmasa durur muyum ben, bu saate kadar uyur mu çocuklu kadın, bak çocuk bile senden önce uyandı, aç aç bekliyor, erkenden kalk bi çay koy, kime çektin bilmem ki" Kelimesi kelimesine her sabah bu alarm ile uyanıyorum. Sürekli ne kadar pis, tembel bir çocuk ve umursamaz bir anne olduğum şeklinde olumlanarak günüme başlıyorum. Evin kızı mıyım anneme gelin mi geldim anlamadım.

Kısa süreli kalışlarımda çok iyi oluruz. Kimse kimseye karışmaz, herkes rahatına bakar, bir şekilde kimse dırdır etmeden yemekler yapılır, temizlik hallolur. Ama o zaman da babam yanımıza geldiğinde kaynana gibi beni şikayet eder. Yine çok mutlu bir sabaha uyanmışızdır mesela, akşam Ankara'dan babam gelecek diyelim. Akşam üstü asar suratını oturur. Kafasında neler kuruyorsa artık, babam gelip ee nasılsınız deyince "of kızın işte, bikbik vikvik" diye başlıyor arkadaş. Ben de sanki Ankara'dan babamla gelmişim gibi dinliyorum. Olaylar o kadar uzak ve yabancı. Hep halama çektim diye gıcık oluyor bana. Zamanında halamı babama şikayet edememiş, içinde kalmış galiba. Sabahları çay koymuyor, laf söyleyince de yere yatırıp böğrüme böğrüme yumruk atıyor, kafamı yerden yere vuruyor, çok eziyet ediyor falan diyecek yakında.

Gayet iştahsız bir evladım var. Sebze, meyve, su, süt başlıca gıdaları. Ki benim için fevkalade yeterli. Annem istiyor ki sabah sahanda yumurtaya bi somun ekmek bansın, öğlen iki tabak pilavla onbeş köfteyi ayranla gömsün, akşam kuru fasulyenin yanına soğan kırsın falan. İştah şurubu alalım diye tutturdu. Ben de iştah şurubu yerine çocuk doktorundan randevu aldım. Gittik doktora. Genel muayenesini yaptı, kilosunu, boyunu ölçtü. Yaşına göre uzun boylu olduğu için kilosu normal, iştah şurubu vermek istemiyorum dedi. O evde bana basbas bağıran AÇ BU ÇOCOK AÇ diye kükreyen kadın doktorun karşısında "ama doktor hanım çok üzülüyorum hiç yemiyor ehiehi" diye insan gibi derdini anlatabiliyor. E bağırsana, doktorun masasını yıkıp sen ne anlarsın çocuktan, yedirmekten, iki çocuk büyüttüm ben, seni mi dinliycem, hadi ordan, bu mu senin diploman diyip caaart diye yırtsana annecim? Bu sakinlik niye? Çok şaşkınım şu an..

Onu geç, çocuğa bir kaşık çorba içirmek için atmadığı yalan kalmıyor;

- Yavrum bak bu kaşığı içersen seni parka götürücem.
- İçtim anane hadi gidelim?
- Ama şimdi hava soğuk gidemeyiz.
- Hıı :(

- Yavrum bak bunu da ye seni Nehir ablana götürücem.
- Yedim anane hadi gidelim?
- Ama Nehir şimdi okulda gidemeyiz.
- Hıı :(

- Evladım şu son lokmayı da ye sana sürpriz vericem.
- Yedim anane hadi ver?
- Ama bugün markete gitmedik alamadık sürpriz, yarın veririm.
- Hıı :(

Ben olsam ben de yemem amk!

Arkadaşları arıyor nasılsın, ne yapıyorsunuz diye. Ay bir överek anlatıyor beni; "Zoi de ne yapsın bize bakıyor işte sağ olsun, yemek, temizlik, şimdi çay koydu önüme, çocukla da ilgileniyor, iyi iyi pek iyiler kocasıyla maşallah" Ele güne karşı başımı öne eğmiyor güya. Öyle hamarat bir kız yetiştirdim ki allah allahhhh ayaklarım yere basmıyor havası veriyor. Ola ki karşısındaki arkadaşının boşanmış kızı/oğlu varsa yarım ağız onu soruyor beni övdükten sonra. "Hııııı, senin Zehra da bi mutlu olamadı kızceez" Oysa ki abim ikinci karısını geçen sene boşadı. İşte elde ne varsa onu kullanıyor gibime geliyor. Oğlunun işleri iyi, kızı da hala boşanmadı daha ne olsun di mi..

Bir ayı iyi, kötü geçirdik. Daha en az iki hafta daha buradayım. Kendimi bahçe işlerine verdim. Prozack tahammül eşiğimi sabitlerken toprakla yaptığım elektrik alışverişi annemle ilişkilerimi düzenliyor. Az önce kendisine 2 saat hamur açmak suretiyle poğaça pişirdim. Ayaklarıma kara sular indi. Ilık süt ile ikram ederken "bugün hürmetinden pek memnunum" dedi. Biliyorum ki sabah viledanın sapıyla dürterek uyandıracak. Çocuklu kadın bu saate kadar uyur mu kalkta evi bi sil süpür diye söylenecek. Evi silip süpürsem çayı koymamışımdır, çayı koysam çocuk açtır, çocuk doysa çamaşırı niye sermemişimdir, çamaşırı serdiysem bu mutfağın hali nedir, mutfağı kaldırsam çocuk ağlıyordur. Güne sabah 6 da süperman kıyafetiyle çay koyarak başlasam bile yaranacağımı sanmıyorum..

Hayatımda ilk kez bu kadar kilo aldım. Yıllardır içinde tuttuğu, kimi zaman tutamadığı kıskançlık iyice gün yüzüne çıktı. Her gün en az on sefer güreşçi gibi oldun, o önde giden göbeğin mi, az ye az, onu da mı yiycen, sana da kilo hiç yakışmıyor diye tacizde bulunuyor. Geçen de kendi giymediği battal boy pantolonlarını çıkardı ben giyeyim diye. Canım daha 44 beden olmadım be. Ama sen de haklısın. Yıllardır medium beden giyiyorum diye "kızım hasta olacaksın ye biraz, ayy bacakların değnek gibi, insanda biraz dekolte olur liseliler gibisin, bak bendekilere" epey kinlenmiştin. Al hırsını izin veriyorum. Çünkü gerçekten AYI gibi oldum..

İki hafta bahçede hazine olduğuna kendimi inandırıp taşla toprakla zaman geçirirsem vukuatsız evime dönerim. 1,5 - 2 ay sonra artık evi nasıl bulacağımı az çok kestirebiliyorum. Ki daha önce konu hakkında şuraya kusmuştum; http://www.zoiplanet.com/2014/09/dondum-bebeyim.html

Güya bu sene daha sık yazacaktım. Bi silkinip kendime geleyim ben.

Haydin, dans!

from my zoiPhone😎

Location:Özbek

Monday, February 1, 2016

Bazı Minnoşlar, Minnoşluklar...


"Bazı insanlar tanırsın anlatmak için sayfalar dolusu yazar yine de onu tarif edemezsin ne ilmin, ne irfanın yeter. Bazı insanlar tanırsın 'arkadaşlar bu bildiğiniz bok' deyip geçer, gidersin."
zöyü pilavet..




Annecilik ya. Büyük meslek yemin ediyorum. Kendimden biliyorum. Ben hamileyken bu müessese yeni yeni yuvalanıyordu. Ben de hamilelik sarhoşluğundan hiçbirini öyle deli gibi takip etmiyordum. Uyu, uyu, yat uyu modundaydım. Yaklaşık 5 ayda 30 kilo almak hiç mi hiç zor olmadı. İnstagram ve tiwitter'dan bir kaç hamile birbirimizi bulup çocuğumuza ne isim koysak diye makara yapıyorduk. Yeni yeni civcivlenen baby shower partileri, doğum odası şaşaları, aile büyüklerine ve dostlara en fantastik sunumlar, bebeğin ultrason fotosundan magnetler, doğum anında merceği gtüne sokan fotocular ve hatta doğum makyajcıları hepsi daha çok yeniydi. Ya da ben her zamanki gibi salaktım. Aynı filmlerdeki gibi olmadık bir zamanda suyum gelecek, alelacele hastaneye gidicem, ıkına sıkına doğurup hoop annemin yaptığı sıcacık lohusa şerbetini içecektim. Lohusalık dediğin de 40 gündü. 40 gün anne evde yalnız bırakılmaz, hizmet, hürmet eksik edilmezdi. Doğurdun diye kocanın baş tacı olmazdın, çünkü zaten hep öyle değil miydin? Anne ve baba olmaktı ulan sonuç. Abartılacak bir şey yok. Nasıl sade, kendi halinde bir düğünüm olduysa bu da öyle olacaktı. Bir tek daha minnacık bir çocukken kodladıkları kırmızı lohusa tacım illaki olacaktı. Gerisi annemin, teyzemin, kuzenlerimin olduğu gibi tatlı ama telaşlı, su akar yolunu bulur şeklinde devam.

Ama gel gör ki olay öyle olmadı. Paylaşılanlar, düğünler, nişanlar, yapılan kutlamalar, sunumlar, şatafat yüzünden yıllar önceki kendi düğünümden soğudum. Havalarda uçuşan dolarlar, padaung kabilesinden ülkemize gelin gelen gırtlağına kadar altın tepilmiş (altın tepmek) kadınlar gördü bu gözler. Neyse ki kocam 'Evet' demeden önce (ki yüz kere izledim hala evet mi viyykk mi diyor orada çözemedim) iki şişe viski içtiği için çok sarhoştu ve düğün videomuzda hiç yoktu. Ben de 90 dakikalık videonun 10 dakikasını işgal edebilmişim. Oraya bi makas atsak "Ya biliyom bunu rüküş melaatin düğünü bu" diye yuttururum. Bak ne geldi aklıma, düğünümüzde çıkacak orkestranın kesinlikle oyun havası çalmaması için nasıl bastırıyor bizim salon erkeği. "Bakın, düğünü terk ederim eğer halay havası çalınırsa" diye tehdit bile ediyor. Ancak bütün akşamı düğün odasında içmeye devam ederek geçirdiği için halaya ilk kalkanların kendi familyasından olduğunu göremedi. Ama ne zaman bana kızıp küçümsemek istese "hee şu senin düğünde göbek atan akrabaların" diye başlar söze.

- Ney lan bu mutfağın hali, nebçim kadınsın lan sen?
- Aman kocacım hemen topluyorum, 6'da kalktım yetişemedim, bebelere tek başıma bakıyorum, bakıcım da yok benim, tek başımasknxjabnsja..
- Hadi ordan rezil kadın "senin düğünde göbek atan akrabalarının da" mutfağı pistir! Şrrraaakkk!

gibi..

İşte efenim bu sosyal mecralarda görüp bir yerimiz şişmesin diye biz de yavaştan esnafın yüzünü güldürmeye başladık. Çok istememe rağmen nasıl yapılır anlamadığım için baby shower yapamadım. Gelenlere ben mi hediye verecem, onlar mı bana altın takacak, kim kime ne takacak, gün gibi kısır-çay yeter mi yoksa godivadan pasta mı olacak, davetliler için uçak mı kaldırayım yoksa akbil basıp mı gelsinler bir türlü bilemedim. İşin ucunda çarşaf çarşaf foto çekip "ne eksiğim var lan benim, paraysa para amk, arabamı satar yine de rezil olmam size" diye bir sidik yarışı var. Neyse araba hala duruyor. Klasik pastaneden gidip beyaz tüllü, içi bademli bebek şekeri neyine yetmiyor di mi? Yetmez abicim. Bakıyorsun kadın hastanede doğum yapacağı odayı satın almış. Oda kapı kolundan, pencere pervazına kadar pembe saten fırfırla çevrili. 5x5m duvara swarovski taşlarla "Hoşgeldin ZenginSu" yazdırmış. Yetmemiş doğumu için davetiye bastırmış, davetlilere fraklı garsonlar somonlu kanepe ikram ediyor. Ensesi kalın kocası, para dolu lv bavulu doğum doktoruna verirken, İtalya'dan özel getirttikleri fotoğrafçıya poz veriyorlar. Sen de bir elinde çikileta kavonozu diğerinde mendil, kaderine lanet ederken aynı zamanda fotonun altına "tibrik idirim cinim, zinginsu siğlikli biyisin" deyip layk yapıyorsun. Sonra kim gider de mahalle pastanesinden bayat bademli doğum şekeri alır? Tüm ananelerimizin içine zçtınız amk.

Biter mi? E bu bebeklerin ilk gülüşü, ilk agu demesi, b*ku, dişi hepsinden ziyade ZenginSu'nun ilk doğum günüsü.. "Zoruna gidiyorsa takip etme o zaman şekeraam" dediğiniz herkes unfollow'a bassaydı şimdi sizi anca kuru temizlemeci rıfkı abiniz izliyor olacaktı. O yüzden susup sindirecen bu lafları. Hem bunlar hep hikaye. Hepsini ben uyduruyorum. Bunu unutmadan okumak lazım.

İsviçreli bilim insanlarının araştırmalarına göre, uzun süre bu şaşalı hayata maruz kalan denek (denek dedim AVHABHJKAHKJA gülmek benim de hakkım) bir süre sonra kendini o hayatın içinde zannediyor. Maaşını aldığı her gün, onların gidip kendi gidemediği o her yaz tatili, bilmem ne kafede tabağı 55 liradan ton balıklı salatayı yiyemediği o her fotoğraf suratına tokat gibi patlasa da, yine araştırma sonuçları diyor ki; bir süre sonra deneklerin beyinleri bu fotoğrafları hafızaya kayıt etmeyi reddediyor. İşte beyinin muhteşem savunma mekanizması!! Dahiyane değil mi?..

Sonrası işte tam da şimdi geldiğimiz nokta. Annecilik müessesesinin kısmen kaliteli, kısmen varoş, apaçi stayla insanların elinde mıncıklanması. Çok yakın bir zamanda yaşadığım tecrübe ile kendini geliştirmiş hiç bir annenin çokta takılmayacağına emin olduğum, ama bu değişen sistemin çarkında, avını bekleyen örümcek gibi sinsi ve sabırlı, avını bir başka sürüye kaptırmayı göze almayacak kadar toynaklılar. Tavsiyem, o bana b*k atmaya çalışan k*çlarınızı kollayın. Çünkü bugün bana, yarın size..

Şimdiye çoktan topuğuma sıktırmak için bir tetikçi bulmuşlardır. "Tez kellesi alına" diye çıkmıştır ferman. Ulan bana bir şey olursa bunlarla bir olup lansman lansman gezecek, bloglarınıza zkindirik bültenler koyup cebinizi dolduracaksınız biliyorum.

Az değilsiniz siz. Şark kurnazları sizi. Tatlı su balıkları. Aman bana dokunmasıncılar. Ay benim hiç haberim yokçular. Ay ben onu sana söylemedimciler. Sen yanlış anladıncılar. O iyi kızdır aslında ama öteki çok fenacılar. Aslında birbirini bir kaşık suda boğacak olup kol kola geziciler. Ay bana neler neler diyoğlar, beni mağdur ediyoğlar diye prim yapıcılar. Bana ahlak dersi vermeye kalkan ama daha iki hafta önce kendisine yapılan eleştiri yüzünden o kibar kibar laf anlatmaya çalışan insanlara "kömsönöz lön sözzz?? hödsözlörrr!! kömsönözzz" diye çemkirenler. Ah siz var ya siz.

Müessese o kadar dar ki ç*k gibi meydandayız, meydandasınız. Yu nov mi, ay nov yu.

Benden uzak, Allah'a yakın olun.

Selametle.

from my zoiPhone😎

Location:Ev

Monday, January 4, 2016

Bodoffffff!!!!!

Bakın ben buradan para kazanmıyorum. Bir kaç kez Adsens'ten reklam almaya çalıştım, beceremedim. Becerseydim de ne kadar kazanırdım hiç bir fikrim yok. Blogger'lıktan nasıl para kazanılır bilmem. Nereden baksan 9 senedir yazıyorum. Artık bir kazanç kapısı haline geldiğini geçen sene öğrendim. Evet biraz salağım. Herşeye eğlence gözüyle bakarım. Lan şurdan benim payıma ne düşer, şurdan ne koparırım, bize kaça olur gibi uyanıkça fikirlerim hiç olmadı. İyi ki de olmadı. Blog şablonunda "Kazançlar" butonu var, oraya basarken bile utandım lan. Sanki birilerinin cebine göz dikmişimde onlar da bana pis pis bakıyorlarmış gibi hissettim. Kazansam belki hoşuma gidecek, donunuza kadar alıp üstüne bir de hareket çekecem "şşrrraaak!!" diye ama kazanmadım. Rica üzerine, biraz da merakla katıldığım bir organizasyonda yanımda oturan, benim gibi 9-10 yıllık blogger kız "küçük oğlumu blog reklamları ile okuttum" deyince hafif bi aydınlanma oldu bende. Şık bir restorantta beleş yemek yiyip, üzerine bir de harika bir markadan koku hediye almış, hepsinden ziyade florasan gibi aydınlanmıştım orada. Eşeğin aklına karpuz kabuğu düşmüştü işte o vakit.

Ayrıca benim bir blogum olmasına rağmen organizasyonda, yazarı olduğum x-anneleri sitesini temsil ediyordum. Ben de sizi, yani gerçekten sizleri, burayı okuyanları böyle binlerce, milyonlarca kişi zannediyorum ya, soranlara hafif artist bir gülümsemeyle zoi, zoiplanet (bond, james bond) diyorum. Ulan bir kişi bile aa sen O'musun demediği gibi "nası yazılıyo şekerim, zöyü pilavet mi?" dediler. Yani yola x-anneleri ile devam etmek daha mantıklıydı. Ama sürekli annelikle ilgili yazmak benim için işkence. 1-3-5 ööeehh tıkandım. Aksatmaya başladım ve karşı tarafında beni anlamasıyla oradaki yazarlığım buharlaştı. O sıralar buraya bir şeyler karalamak bile eziyet haline gelmişti. Uzun uzun aralar verdim. Yapmak istediğim şey bu değil diye düşünmeye başlamıştım. Hala da öyle düşünüyorum. Burası sadece bana iyi gelen bir alan. Yazdıklarımın beğenilmesi tabii ki gülümsetiyor ama en az beğenilmemesi kadar umurumda değil.

Ne demiştim, florasan aydınlanması, evet. Bir çocuğu okutmak ciddi bir maliyet. Ve evet benim de bir çocuğum var. O kız yaptıysa ben neden yapmayayım diye bir harekete geçeyim dedim, vazgeçtim. Bu annecilik piyasası, içinde mayınların, bilinmedik canlıların, ısırgan otlarının, deniz analarının ve köpek balıklarının olduğu derin bir deniz. Suya bir adım atıyorsun güm havaya uçuruyorlar, lan serin serin bir dalıp çıkayım diyorsun hop deniz anaları her yanını morartmış, ulan tamam iskeleden ayaklarımızı uzatalım bari diyorsun köpek balıkları sinsi sinsi geziniyor etrafında. Suya girmeye niyetin olmasa, yalnızca etrafında gezinip keyif almak istesen bile taraf olmazsan bertaraf ederler.

Bu çetrefilli hayatı seven, bundan beslenenlerde var tabi. Çok içine girmeden şöyle ucundan bir baktım, bana yetti de arttı. Şakşakçısı da değilim, tü kakacısı da. Kokmaz bulaşmaz sakin insanlara bile "ulan hepinizin aazına zçarım en iyisini ben doğurdum" travmasını yaşatabiliyorlar. Ya onu bırak daha evlenmemiş, çocuğu olmayan kızlar bile neyin olduğunu bilmedikleri bir tarafın mensubu olabiliyor. Çünkü o kadar kolay ki insanları kandırmak. İnsanları kandırmak için sosyal medya uzmanlığı diye bir meslek icat edildi olum.

- Melabağğ ben Giiğzem, soşılmedia uzmanıyaam, nasıl yardımcı olabiliraam?
- Ee ben bu anaların hepsinin mına komak istiyorum, para para diye titriyorum, hepsini istiyorum anlıyo musaan?
- Anlıyoraam ama öncaa benim sizin mınıza komam lağzaam, paralar peşaan kırmızı meşaan
- Kabul ediyoraam

gibi..

Çeşitli sosyal medya hesapları açıyorsun, ne çeşitlisi hepsinden, ne var ne yok hepsinden açıyorsun. Yetmedi kocana da açıyorsun, yetmedi çocuklarına da, kaynanasına açanı görmedim. Bir blogcuanne'nin kayınvalidesi bulgur işine girdi, o da parayı bulup maldivler'de ada aldı diyorlar. Yalan.

Site açıp sağdan soldan çakma yazılar döşüyorsun, çakma olmasa bile boş içerikli yazılar, slayt şeklinde analı, babalı, bebeli görseller, iki üç mağaza ya da marka reklamı da ekledin mi tamam. Tercihen sarışın olmanız, sürekli düğündeki görümce saçı ve makyajı ile kameralara poz vermeniz, yayvan geniş ağızlı olmanız, 7/24 değil 9/55 video ve foto ekleyerek herkese tek tek cevap vermeniz gerekli. Bazı fotoğrafları ve altındaki yorumları okudum, kadın bildiğin Adnan Hoca olmuş. Müritlerine günaydın diye gözünün 1/4ünü koymuş altında 1562 tane "Allahım böyle güzel günaydın denir mi, siz günaydın dediyseniz aymıştır, o gözün güzelliğine hastayaağm, ay maşallah yok böyle bir göz yarısı, sizinki gözse bizim ki ney" diye birbirinden ezik yorum. Bu kadar salak olmayın arkadaşlar. Sizi de Allah yarattı. O sarışın/esmer/kumral çemçük ağızlı kadın sizin tırnağınız bile olamaz.

Sonra ajanslar varmış, gidip onlara yalvarıyorsun. Ajans yüzüne baksın diye de medya hesaplarına takipçi satın alıyosun. Hani bu seçimlerde yapıyorlar ya olmayan mahallede oturan 1800 kişi x-partiye oy vermiş görünüyor mesela, hah o hesap. Kol gibi takipçi sayısıyla cillop gibi işleri alıyosun, ya da zaten işleri almış olan kodamanların peşine takılıyorsun. Bu da Kurtlar Vadisi dizisi gibi. Baronesler var abicim. Onların da yalakası, tetikçisi, yancısı, koruması, haremi olduğu kadar düşmanı da var tabi. Değişik bir dünya. Köpek kolonileri alanlarını işeyerek korur ya, bu çeşitli annecilik grupları da belli ajans ya da markalara işemiş, ay yani onlarla anlaşmış ve kesinlikle sınırlarını koruyorlar falan anladın mı.

Para, ışıltılı bir hayat, milyonlarca takipçi, herşeyin daha fazlası, dahası, en dahası için insanlar neler yapabilir konulu bir belgesel adeta.

Her meslekte olduğu gibi biraz da karakter işi. Ne kadar doğru, dürüst olarak başlasan da bir çakala dönüşebilirsin. Madara da olabilirsin. Ya da bla bla bla..

Bazıları da çok zavallı. Her çağırıldığı yere gitmiş, yemiş, cukkalanmış, fotoğraflar paylaşmış ve dolayısı ile karşı tarafa gebe kalmış. Dürüst olmak istiyor olamıyor, iki laf sokmak istiyor sokamıyor, şu-şu yönden haksızsınız ulan demek istiyor ama diyemiyor. Öyle mal mal izliyor yapılan çirkinlikleri. Aman zaten ona ne. Zavallı diyorum ama o da yolunu bulmuş işte.

Neyse gençler diyeceğim o ki.. Kimseye eyvallahım yok, olmadı, olmaz.

Eski lemancılar hatırlar bir "zıçan adam" vardı..

Ben de bu yazıyı bodofffff!! diye şuraya koyayım istedim.


from my zoiPhone😎

Location:Ev

 
Designed by Beautifully Chaotic