Ne Aramıştın?

Yeme, içme, gezme, görme, gülme, annelik, babalık, çocukluk, sanat, çizme, boyama, müzik, tiyatro, film..

Tuesday, February 10, 2015

Pazar Analizasyonu

Pazarları malum evde pinekleme günüdür. Genellikle cumartesi gecesinden içilmiş olduğu için kafa fazla bişi almaz, saman gibidir. Hatta pazar günleri fazla konuşulmaz bile. "Hııı, evet, yooo, bilmem, hı hııı, ne, neyi yaa, ne bileyim terliğin nerde" gibi tek kelimelik ya da kestirip atmalık cümleler kurulur. Kimse kimsenin umurunda değildir pek. Yatılı okulda, aynı odada kalan iki erkek arkadaş gibi takılırsın kocayla. Çocuktan sonra tuvalet kapısını kapatmak bile resmiyete girer. Kapıyı kapatıp işerse "hayırdır kanka, papyon da taksaydın girerken, ne bu kapı kapamalar, araya mesafe koymalar falan ehiehi" maabbeti yapılır. Sakindir pazar günleri. Şanslıysan bebeyi anane, babaneye satıp film izlersin akşama kadar. Evde yemek yapılmaz bi kere. Pazar günü fastfood günüdür. İki saat pizza mı, hamburger mi, tavuk mu, döner mi diye ağzında biriken salyayla karar veremez, kıvranırsın. Ne yesek, nerden söylesek, kaç tane söylesek diye kafan karışmışken, kanka sürekli günü bedavaya getirmek için "yiia yoortlu makarna yapıp yiyek işte" demeye başlar. Sırf iki yakası bir araya gelmesin diye bastırırsın en pahalı yerden sipariş vermek için. İçinde iki tane karides olunca "karidesli çin pilavı" denilen lapadan istersin mesela. Kararlıysan en azından kampanyalı, bir alana bir bedava orta boy pizza aldırabilirsin. Ama sesinde ya da bakışlarında bir çekingenlik hissederse, kendini haşlanan makarna tenceresinin önünde dakika sayarken bulursun. Psikolojik bir savaşmış lan aslında pazar günleri. Sakinlik içinde yaşanan bi savaş. Yaşarken iyi de yazarken tiksindim ayol. Ben şimdi bu depresyon ilacını alıyorum ya, böyle herşey bana iyi falan mı geliyo acaba. Öyle olsa bunları da yazamazdım. Yine de ilaç almayıp evi yakmak ve adamı ekmek bıçağı ile delik deşik etmek yerine, içip, -mış gibi yapmak daha doğru. Yani neymiş, pazar günleri aile saadeti içinde geçen harika bir günmüş değerli okur..

Kızı ananeye satıp, fast food yiyebildiğimiz bir gündü geçtiğimiz pazar. Dört tane film izledik. İki tanesini o, iki tanesini ben seçtim. Ve bu seçimlerimiz sonrasında bir kez daha anladım ki biz gerçekten farklı dünyaların insanıyız. Geçen haberlerde izlemiştim, kadının teki kendisi ile evlenmiş. Ne kadar haberle dalga geçsem de, beynimin dar kıvrımlarının bir yerinde o kadına hak veren biri var. Ki O'da benimle dalga geçiyor. Sen bununla evlendin de n'ooldu diye. Neyse bu konuyu uzatıp makdülün, pardon sevgili eşimin ailesini "biz de sana bayılıyos" diyip burun kıvırtmak durumunda bırakmak istemem. Zira tek niyetim engin sinemagrofi, filmoloji, edebi ve kültürel tecrübelerimle bu dört filmi ve izleyen iki insanın ilişkisini irdelemek. İki yıldır ne kadar objektif yazılar yazdığımı bilirsiniz. Haklıya haklı, haksıza haksız demeyi bildiğim gibi hakkında atıp tuttuğum insanlara da kendini savunma hakkını veriyorum her zaman. Kendimi övmeyi, zenginliği, lüksü ve parayı sevmem. Babam Yorkşayır düküyken abimle beni fransız terbiyesi ile büyüttü. Abimin fransızcası yoktu, o pek anlamadı. Ama ben nerden geldiğini unutmuş biri değilim. Onu geç, saksı değilim bi kere, Erol Büyükburcum..

Taken 3 filmi ile başladık güne. Beyefendi kaç zamandır izleyelim diye söylenip duruyordu. Başından sonuna klişelerle bezenmiş, bayat komedi dalında olması gerekirken aksiyon olarak adlandırılmış, kızı için tek başına koskoca rus mafyasını bitiren onurlu babanın hikayesi. Altı şarjörlü tabancayla mafyayı alt etti adam diyorum. Olayları çözmeye çalışan -sözde- uyanık bi dedektif koymuşlar bi de. Filmin ortalarında telefonla okey oynamaya başladım ben. Sonunda da adam arabayla, havalanmakta olan uçağa ortasından girince vay arkadaş dedim, bizim dünyayı kurtaran adam filmine laf eden skimsonik avrupalılara bak hele. 85 milyın dolar gişe yapan film bana göre 7-13 yaş arası bebeler için belki bi aksiyon olabilir. Benim için koca bir zaman kaybı oldu..

Whiplash izleyelim diye açtım. Ay seninki mırın, kırın, ay böyle film mi izlenir, biz ne anlarız, sıkıcı bunlar, ben sevmem böyle film neyim derken höööeeeyyytt ulan diye kumandayı duvara fırlatınca neağdar kararlı olduğumu anlayıp pıstı. Yaw işte film, işte anlatım, işte oyunculuk, işte mimik, işte filmin içine girip dişlerini sıkma, yaşama budur kardeşim. Filmin sonunda tekbiiiiiiirrr diye bağırasım geldi yeminle. Öyle gaza geldim..

Yanımda sus pus whiplash izleyen -kaliteli film mağduru- kocam, "dracula, untold" adlı fantastik rezaleti izlemeye karar verdi. Tiner falan kokluyorsanız film hoşunuza gidebilir. Yok normal çay, kahve insanıysanız ayıp olmasın diye izliyormuş gibi yapıp kocasız çocuk büyütme, dul kadının sosyal hayattaki yeri, avukat masrafı, nafaka geliri gibi konuları düşünmek için filmin uzunluğu yeterli diyebilirim. Filmde en başarılı bulduğum olay, bak şimdi dinle, baş rol oyuncusu adamceez, koskoca osmanlı ordusunu tek başına, yeminle bak, tek başına 100bin kişilik orduyu öldürüyor, karısı da bu olayları sarayın çatısından izlerken ayağı kayıyor, sen o koskoca orduyu alt eden 'tek adam', ne kadar koşsa, uçsa o kadını tutamıyor arkadaş. Gel de kadere inanma. Lan arkadaş ne içip yazdınız bu filmi? Ve bu kusmuk ötesi filmin imdb puanı 6.3 ! La bi yörü git..

Efenime söyliim son olarak yine benim seçme şansını elde ettiğim Stonehearts Asylum filmini izledik. Başından sonu tahmin edilebilir gibi gelişen ancak şaşırtan bir akıl hastanesi filmi. Edgar Allen Poe hikayelerinin bir uyarlaması ve kesinlikle zaman kaybı değil. Yine de daha güzel çekilebilirdi diye düşünüyorum. Kitabı eminim/elbette çoooook daha iyidir. Ayrıca bu filmi izlerken karidesli çin pilavı ısmarlamış olduğunu sandığım kocam köşedeki pideciden lahmacun söylemiş olmasa daha iyi olabilirdi. Netçede ne izlediğin kadar izlerken ne yediğin de önemli. Aman karnımız doydu ya neyse..

Böyle yani. Daha uzun ve daha sık yazmak isterim ama öyle meşgulüm ki anlayamazsınız. Depresyondayım, dişlerim çürük, boynum düzleşmiş, kilo aldım, annemin menopoza girdiği yaştayım ve daha neleeeer neler. Bir yanda kocasıyla gül gibi geçinen, çocuklarına mis gibi bakan, tencere tencere yemek pişirip kocası eve gelmeden rujunu süren ince belli arkadaşlarım var. Diğer yanda aynı yaşlarda olmamıza rağmen, evliliği tercih etmemiş, bekar, çocuksuz, hayatın tadını çıkaran hovarda arkadaşlarım. Bi de sen ve ben işte. Şimdi bi de sevgililer günü falan. Kırmızı güller, kalpli balonlar, ayıcıklar, fönlü saçlar, pullu, payetli kezbancıklar. Hayır gaza gelip bıyıklarımı aldırıp manikür yaptırıcam diye korkuyorum. Anlıyor musun?

Kapanış paragrafı da en zor olanı he.

Hayde hepinize saygılar, sevgiler, falanlar filanlar..

mobil hareketler

Location:Ev

 
Designed by Beautifully Chaotic