Ne Aramıştın?

Yeme, içme, gezme, görme, gülme, annelik, babalık, çocukluk, sanat, çizme, boyama, müzik, tiyatro, film..

Thursday, September 10, 2020

Güncel 27

Yeni bir ondalık yaş grubuna girmek ne heyecanlı.

20ler, 30lar ve nihayet 40lar. Monica Bellucci gibi olacağımı düşündüğüm 40lar, elimde toz bezi, aynaya bile bakmadan hem de pijama ile hızla geçip gitmekte. Ben ise trene bakan çiftlik sakinleri gibi izlemekteyim. 

Tamam tamam o kadar da değil. Yapıyorum bir şeyler. Kollajen hapı aldım mesela. Her gün içmek gerekiyormuş. En son iki hafta önce aklıma gelip içmiştim. Kil maskesi, yüz masajı, pahalı kremler falan da aldım yanında. Ama işte o sürekli kullanım beni zorluyor. Sürekli yapabildiğim tek şey evli kalmak. 

Sanırım yakında bizim kızlar beni kulağımdan çekerek bir estetik cerrahi masasına yatıracak. Ya da yirmi yıl sonra falan ikna olup elimde Monica Bellucci fotoğrafı ile kendi ayağımla gidip "doktor bey, bana bunu yap" diyeceğim. Ödemeyi de böbreğimi satarak ancak karşılarım artık. 

Yıllardır kaşlarımı yaptıracağım ona bile tam ikna olamadım. Kalem ve farlarla kendim boyuyorum. Sevgili eşim eve her geldiğinde vay kenan abim, vay arnold, vay takashi, vay izzet naber lan diyerek yorumluyor kaşlarımı. Ne kadar fena boyuyorsam sakın kaşlarını yaptırma valla yüzüne bakamam bir daha dedi. Birbirimizin yüzüne asansörde falan bakıyoruz, sıkıntıdan. 

E yani kaç yıllık evlilik şimdi. Bir on yıl da öncesi var. Yani cicim aylarını falan bitirip evlendik biz. Düğünde 57 kiloydum, ertesi gün 70 oldum öyle çabuk saldım kendimi. Alnımda mission completed yazıyordu. 

Uzun bir İzmir tatili yaptık kızımla. Tatil dediğim de deniz gören ev karantinası. Üç koca ay, annem, babam, abim, üç çocuk. Evin heryeri mayınlarla doluydu. Arada basıp patlaya patlaya devam ettiğimiz uzun bir yolculuk oldu. Oradan ayrı bir yazı hatta kitap çıkar. Daha önce filmi yapılmış aslında, Rocky 3. 

İzmir'de iki bayram geçirdik. 

Kurban Bayramı benim içinde evladım içinde unutulmaz anlara sahne oldu. Son an'a kadar bağış yapılacak diye sevinirken, birden 95 kiloluk koca ineği leğenlerle taşımaya başladık. Çocuklar görmesin diye epey uğraşmama rağmen -ki pek başarılacak bir durum değildi- en son haşlanmış inek kafasındaki göz yuvalarına parmak sokuyorlardı. 

Dün online derste herkes bir anısını paylaşsın dedi öğretmen. Evladım tam olarak şöyle dedi; "kurban bayramında annem ve babam koca bir ineği bıçaklayarak öldürdü ve yedi" Hayal gücünün sınırsızlığına hayran kaldım. Bir kere babası orada bile değildi ki kendisi ateist bir insandır. İkincisi merhum islami usüle uygun kesildi. Son olarak kendisi de yedi. 

Ha öğretmenin burdan illa bir çıkarım yapması gerekirse, ayağımı denk almalıyım diye düşünmüş olabilir. Psikopat bir aile, her an elektrikli testereyle kapıma dayanabilirler.. 

Sevgili eşim ben yokken bekarlığın keyfini sonuna kadar çıkartmış. Pandemiden önce de çıktığı yoktu, iyice yapışmış eve asosyal kişilik. Televizyona burnu değecek kadar yaklaşıp bol bol ps oyunları oynamış. Zaten az gören gözleri iyice körelmiş. Şaşı kediler gibi burnunun ucundan başka bir şey görmüyor. 

Ehliyetler yenilenecekmiş ve tam sağlık raporu gerekiyormuş ya nah alır o gözle ehliyeti. Buradan tanıdık göz doktoru okurlarımdan fason göz muayenesi geçer raporu rica ediyorum. Yoksa Monica Bellucci gibi olmam gereken yaşta bunun şoförü olacağım bu gidişle. 

Ayrı kaldığımız yaz boyu bolca telefonla konuştuk tabi ki. Kendisi bir evlilik danışmanı edasıyla bu ayrılıkların ilişkimize ne kadar iyi geldiğini falan anlattı. Bu ayrılıklar bana da iyi gelebilirdi paçamda bir çocuk olmasaydı. Tüm gün camış gibi yatıp yuvarlanma şansım olsaydı ben de bu ayrılığın felsefi kafasını yaşamak isterdim. 

Elimde şarap, ağzımda pipo, ipek röteşambırım ile bıyıklarımı burarak "çok haklısın sevgilim, seni görememenin kalbimde yarattığı acı sıcaklığın tadını, seninle elbet kavuşma ihtimaline banıp yemek istiyorum" gibi cümleler kurabilirdim. Olmadı.

Bir kere de sen al çocuğu, ben tatil yapayım be. Ama nerde, parka götürse eksik getirir. Yani gerçekten bazen sosyal bir deney için bilinçli olarak bir araya getirilmiş insanlar olduğumuzu düşünüyorum. İsviçreli bilim insanlarının bir projesiyiz. 

Gelecek nesillere her aşkın evlilikle sonuçlanması gerekmediği, aşık bir kadının tahammül sınırları, aşk ve evliliğin tehlikeli sonuçları, çocuktan sonra aşkın donmuş yemek yağından farkı gibi çeşitli sosyal ve ailevi konularda mercek altında olduğumu hissediyorum. Anlaşılan ömürlük bir proje.

Uzun ilişki yorucu ama güzel. Mesela bazen neredeyse ikimiz tek kişi gibiyiz. Sabah aklımdan geçen, ona hiç söylemediğim bir şeyi akşam alıp geliyor. Şaşırıp kalıyorum. Telepatik bağımız çok yüksek. O'nu aramak için telefonu elime alıyorum, telefon çalıyor, O. El ele tutuştuğumuzda sanki kendimle el ele tutuşmuşum gibi hissediyorum. Etimiz, budumuz, kalbimiz, dalağımız hep bir olmuş arkadaş. 

Herkes farklı tabi. Olması gereken de bu. 

Bak bugün iki çocuğu olan bir arkadaşımla telefonda konuştum, dedi ki ya biz akşam bir salaklık yaptık, korunmayı unuttuk, çok korkuyorum ya hamile kalırsam. Nasıl yani şey mi yaptınız, onu mu yaptınız cidden öğüüü sus daha fazla anlatma kusucam kapat ya! 2 çocuklu kadınsın yakışıyor mu! Hadi ikinciyi yaptın, üçüncüye durumu nasıl anlatacaksın allaaşkına! Evladım biz babanla aslında kardeş değiliz ve zamanında çok kötü şeyler yaptık, sen de o yüzden aramıza katıldın mı diyeceksin? Çocuğun o saf pırıl pırıl zihnini böyle çirkin şeylerle ya kapat ya kapat arkadaşda değiliz bundan sonra öğüürk valla kusucam.. 

dedim..

Herkes farklı. N'apcan.

Wednesday, March 25, 2020

KoronaZi


Herkesin sosyal mecralarda canlı yayın yapıp toplumu bilinçlendirdiği, eğlendirdiği, özendirdiği, güldürdüğü, ağlattığı, paylaştığı, düşündürdüğü, kah aldatıp kah güven verdiği şu zamanlarda blog yazmak çok vasat bir şey olduğu için yazmaya karar verdim.

Gün gelecek vasatizm de hak ettiği değeri bulacak arkadaşlar.

********

Tüm dünyayı düşünmeye sevk eden bu malum virüsten önce de ben burada bizzat şahsım sizi uyarmaya çalışıyordum zaten. Yapmayın diyordum.

Her ne yapıyorsanız o'nu yapmayın diye defalarca uyardım.

Siz de artık biliyorsunuz ki haklıydım, o yapmamanız gereken şeyi yaptığınız için dünya bu hale geldi ve siz ve şahsım bu duruma geldik.

Keşke yapmasaydınız, olmasaydı, gitmeseydiniz, görmeseydiniz, yemeseydiniz, ellemeseydiniz, mıncıklamasaydınız, çorba yapmasaydınız, yapanı zavadak diye duvara şey etseydiniz.

Yaptınız arkadaşlar! Hepimiz oradaydık, gördük.

Yani tam olarak bir şey olmamış gibi görünse de kesinlikle bir şeyler oldu ve bu duruma geldik.

Hatta şöyle söyleyeyim "İşte Kuzuuu Kuzu Geldik"

Siyaseti burada bırakıyor ve gerçeklere geçiyorum. (yıllardır burada çok feci siyasi makalelerim olduğunu zaten daha önce okuyanlar bilir)

********

Virüsün hayatımı kısıtlamaya başladığını öğrendiğimde evde 13. günümü geçiriyordum. Aralıklı oruca başlamış, 10 kilo vermiş, acıkınca sandalye ayaklarını kemirmeye başlamıştım bile.

Eve et, çocuk olduğu için giriyor ve pişiyordu.

O da doğuştan vegi olduğu için "ööee yine mi et, hayvan yemem ben, kimin annesini, çocuğunu pişirip koydunuz önüme" diyor, evladım aynaya bak maruldan, hıyardan yapılmış bir halin mi var? Etten yapıldın, et yiyecen işte diye ikna edilerek tabağını bitiriyordu.

Hala köfteyi nohuttan, çıtır tavuğu cipsten, balığı annelerinden izin alarak aldığımız yumurtalardan ibaret sanarak yiyor. Balığın kılçığını görmemesine dikkat ediyoruz çünkü kılçık değil iskelet olarak düşünüyor ki bence haklı.

"Evladım, hayvanlarda birbirini yiyerek hayvan oluyor" diyerek hayvanlığımızı gelecek nesillere aktarmaya devam ediyoruz.

********

Ben zaten evdeydim de adam da farklı sürelerde fazlaca evde kalmaya başlayınca anladım ben bir virüs olduğunu.

Sisteme bir virüs girmese bu kadar götgöte olmazdık.

Evlilik; belirli kişilerin, belirli zamanlarda, belirli şeyler için, belirli süre birlikte olması üzerine kurulmuş bir sistem. Az ya da fazlası hata verir.

Evde uzun süre birbirimize maruz kalınca şöyle oldu; sistemin içi boşaldı ve ben "Allah Allah ya, okumuş, iki üniversite bitirmiş, askerliğini yapmış aslan gibi adam, neden hala evlenip gitmiyor anlamadım" demeye başladım.

********

Okullar kapandı, tatil değil uzaktan eğitim dediler ama biz bunu yemedik, yiyemedik.

Akşam 9'da yatırıp sabah 7'de okula çakı gibi hazır ettiğim çocuk, öğlen 11'de kalkıp "yiaa anne online ders 2'de başlıyor, brawl stars'da arkadaşlarla oyunumuz var, patates kızart bana" diyor.

Müfredatta da tam bölme işlemine gelmişler. Çarpma sanki bitmiş gibi bölmeye geçince okul kapandı. Çarpmada da 5'lere kadar gelmişler, onu da bitirememişler;

- Evladım beş kere beş?
- 15 anne
- Öyle mi yavrum?
- Evet anne
- Peki çocum.

Hadi beş kere beş = yirmi beş bunu tekerleme gibi ezberlettin, peki beş kere altı diye soruyorum seksen diyor.

Bölme hiç oturmadı. Eve ekmek almadığımız için bölmeyi ben de öğretemem. Ekmeğimi böldüm de yedim şarkısı da yardımcı olmuyor.

Eba çocukların olmayan kafasını iyice karıştırdı. Bölmeyi çıkarma işlemi gibi gösterdi, yandı gülüm keten helva (bu ne demek ve ben nerden öğrendim olm lan).

Öğretmenlere de gün doğdu; ınlıdınız mı nısıl ılıyırmışşşş??

Peki sen anladın mı nasıl oluyormuş?

Derdimiz yok, oturup sizi çekiştiriyorduk tüm gün mınako! İşini yapması gerekenler "ınlıdınız mı şımdı hı"

Evde oturup göt yayma heveslisi 1-C öğretmeni 657 Necla konuştu; "nıııldı ınlıdınız mı şımdı"

Anladık, anladık otur sıfır.

********

Annem ve babam İzmir'de ve sokağa çıkma yasağı yaşındalar.

Otomatik Portakal filmi gibi oldu ülke. Yaşlılar ölsün! Yok yea??

Onlara bir şey olursa Vuhan'dan başlayıp tüm Çin'i haritadan silecek yangını çıkarabilirim.

Ya da içime o yangın düşerse delirebilirim.

Adamlar Batman'in çorbasını içmiş, Batman ortada yok!

Joker anasına sövse Batmobil'le dünyayı yakar ama lazım olunca yok işte kayıp.

********

Bir süre karantinada yaşamayı öyle ya da böyle öğreneceğiz.

Zaten herkes çıldırıyor tavsiye vermek için.

Vay arkadaş şu evde oturma işini nasıl fırsata çeviririz diye neler neler.

Sanki her ay Harvey Nichols'a gidip banyo alışverişi yapıyordu da gidemeyenler için hacı şakir sabun önermiş mesela; "bu süreçte tercihim hacı şakir" valla mı??

Dünyamızı kirletmeyelim tabi ama "bu süreçte tercihim çamaşır suyu"

Sokak hayvanları için bir şeyler yapalım ama ben tırstım benimkini attım sokağa.

Çocukları ekrandan uzak tutalım ama tabi süreç böyle olunca saldım çayıra..

********

Güzel günler yakın değil arkadaşlar.

Yakın olan tek şey tehlike.

Ama ben buradayım merak etmeyin.

Arada güleriz diye.

********

25 Mart

İyi ki doğdun Annem

********

Ve Müzik

********

Wednesday, December 11, 2019

İlkokul 2



İkinci sınıf, birincinin üstü olup çocuğunuzun okuma-yazmayı çok iyi bildiğini zannettiği ve fakat bir o kadar da sıkıcı bulduğu bir sınıf oluyor. Her şey kolay da o ca(ğ)nım gözleriyle okumak, o minnoş elleriyle yazmak çok sıkıcı.

Artık göremiyorum anne, ellerim yoruldu anne, sen oku anne, sen yaz anne, sen boya anne, sen çöz anne hatta sen söyle anne. Sanırsın eğitim hayatını hatmetmiş seni de asistanı olarak işe almış bir petrön.

İki paragraf okuyup konu hakkında üç soru cevaplayacak diye yarım gün harcıyoruz. Özeti; Ali ve Ayşe pazar günü pikniğe gitmiş, top oynamış, elma yemiş olan paragraftan birinci soru pikniğe ne zaman gitmişler?

- Sabah gitmişlerdir di mi anne?
- Yazıyor ya çocum.
- Sabahtan sonra mı gitmişler?
- Evladım bak orada yazıyor.
- Ne yazıyor?
- Cevap yazıyor cevap!
- Öf bir daha mı okuyacağım şimdi! Zaten gözlerim dalıyor?!.
...
- O zaman sen yaz.
- Cevabı bilmiyorum, okumayı da bilmiyorum, yazmayı da bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum ve çok mutluyum oh beee! yazayım mı çocum?
- Öeee yazma git sen ben kendim yaparım ödevimi ööeee
- Aferin yavrum bak ne güzel, kendin yap çocom.

Eve ödev getirmesin, okulda etüt dersine kalsın, orada yapsın dedim, ödev yapmak yerine bana iki sayfa sitem mektubu yazmış. Nerde kaldın anne, seni bekliyorum anne, hala gelmedin anne, üf anne, küstüm anne..

Matematik problemleri ile gerilim daha da tırmanıyor. İki işlemli problemlere geçtiler. Ahmet'in 79 lirası var, bunun 15 lirası ile kalem, 33 lirası ile kitap almış, kaç lirası kalmış?

- Toplayacağız di mi anne?
- Neyi toplayacağız mesela?
- Hepsini
- Bak şimdi Ahmet'in ..
- Tamam tamam sus çıkartacağız di mi?
- Ya bak bi dak ..
- Tamam tamam sus toplayacağız.
- Evladım bak şim ..
- Tamam tamam toplayıp çıkartacağız.
- N'aaaparsan yap çocum, topla, çıkart, fırlat, yırt sayfayı, top yap, at çöpe ooh istediğini yap!
- Öeee baba yaa, annem yırt diyo, ödevini diyo, at diyo ööee

Doğal sayılar kavramına geçmişler. Anne doğal sayı ne demek diyor; doğal sayı, doğal sayı işte. Doğal inek, doğal ağaç neyse doğal sayıda o. Otuz üç doğal sayı mı anne dedi, valla anormal bir durumu yok bence doğal dedim.

Basamak değeri, sayı değeri, sayı değeri toplamı, basamak değeri yuvarlaması derken okumaya yazmaya üşenen çocukla su kaynatıyoruz evde. İlk okuldan mezun olalı altı yüz yıl geçmiş, bana okuma yazma öğreten öğretmenimin kızlarının bile otuz yaşında çocuğu var, biz hala doğal sayı, basamak zartı..

Hafta içi her gün dolu dolu ödev, hafta sonu 15 günlük ödev daha. Bildiğin paralı askeri okul.

Öğretmenine mail yazdım, hocaanım hafta sonu dediğimiz hepi topu 48 saat biliyorsunuz değil mi? bunun 20 saati uyuduk falan desek temel ihtiyaçlarla geriye bir gün bile kalmıyor, bu ödev olayını çok mu şaaptınız acaba diye. Bu hafta tamamlayamadıysa haftaya mutlaka kontrol edeceğim dedi. Oldu o zaman ben her gece üç gibi çocuğu uyandırıp ödev yapmasını sağlarım komutanım dedim. Çünkü neden uyuyalım ki diğ mı?

Bu sene veli whats-up grubuna dahil değilim. Aslında sınıf grubu varmış ama beni eklemediler. Fark etmediklerini düşünüyorum. Ne kadar sıradan bir insansam artık yokluğum hissedilmiyor. Bazen bu iyi bir şey.

Yeni okul, yeni sınıf ve yeni arkadaşlıkları oldu evladımın. Dün de eve ilk aşk mektubunu getirdi. Tabi kendisi onun daha aşk mektubu olduğunun bilincinde değil. Utku bir şeyler yazmış bu kağıdı verdi bana dedi. Bir kız ve erkek çizip aralarına kalp koymuş ve o müthiş cümleyi yazmış "seni çok seviyorum zoigirl planet" Ne yapacağız bu kağıdı dedim, dursun orda bir yerde dedi. Umursamazlık seviyesini beğendim.

Şöyle bir bakıyorum diğer veliler çocuklarını hafta sonu bir kurstan diğerine yetiştirme derdinde. Anam bir reklam vardı ya "hem koşsun hem obua çalsın istiyorum, zaman yetmezliğinden koşarken obua çalıyor artık" diyordu anne, aynen millet koşturuyor çocuklarını.

Satrançtan baleye, yüzmeden tenise mekik dokuyorlar.

Hiç işim olmaz kardeşim. Cuma günü akşam evin kapısını kilitlerim, pazartesi sabahına kadar açılmaz. Spor desen haftada üç gün okulda spor yapıyor (zumba, jimnastik, yüzme), müzik öğretmeni -bile- hafta sonu ödev veriyor melodika çalıyoruz, ille bir etkinlik ödevi oluyor, haydi kes yapıştır, tak takıştır, ps oyna, yemek, uyku derken hop pazartesi olmuş, yallah okula.

Çocuğumun babasına da ödevlerde yardım etsin diye ingilizceyi verdim. Geçen uzaktan izliyorum, bir yandan ps oynuyor diğer yandan kıza oraya şunu yaz, buraya bunu yaz diye ödev yaptırıyor. Ödev yaptırıyor denmez aslında, soruların cevabını yazdırıyor diyelim.

Dedim bırak ya, ben en azından saçımı başımı yolsam da çocuğu düşünmeye, anlamaya zorluyorum. Neticelerini de veli toplantısında gayet iyi şekilde aldım. Gerçi tüm velilere aynı şeyleri dediklerini düşünsem de iyi yani, çocuk yaşının çocuğu işte ne olacaktı.

Kitap okurken okuduğu şeyi anlayıp gülmesi, üzülmesi ya da sinirlenmesini izlemek çok şeker. Olm anlıyor lan bu diye babasıyla kıs kıs gülüyoruz. Anne bilgisayarından okulun portalını açıp bugün yemekte ne varmış ona bakacağım diyor. Ay allaam daha dün agu bugu deyip altına zçıyordu ne ara büyüdü yareppi diye tatlı bir hüzne gark oluyoruz.

Geçenlerde teneffüs aralığı çok kısa diye okulda eylem yapmış, kağıtlara teneffüs hakkımız, söke söke alırız yazıp koridorda slogan atmışlar. Kaç dakika teneffüsünüz dedim 9 dakika dedi. Kaç dakika olmasını istiyorsunuz dedim, 10 dedi. Aferin yavrum, hakkınızı arayın dedim.

Büyüyorlar, engel olamıyorsun.


İkinci sınıftan sevgiler efenim.
.
.
.

-music-

Wednesday, March 6, 2019

İlkokul 1

Okul işi çok acayip. Bambaşka bir dünya.

Bir kere heryer anne dolu. Herkes anne. Müdür anne, öğretmen anne, aşçı anne, sen annesin, o anne, bu anne, herkes anne. Herkesin çocuğu var. Her yerde çocuklar geziyor.

Balayı çiftleri için uygun bir tatil yeri değil mesela, gürültülü. Ya da bir tek ben doğurdum, benim çocuğum var, kimsenin yok benim var, doğurdum ben, bi ben doğurdum zannedenler için iyi bir rehabilite merkezi. Bütün dünya doğurmuş, çocuğunu okula getirmiş.

O kadar çocuğa rağmen bir tek ben doğurdum diyebilen de var aralarında. Bizimkiler okulda yaşayan bir tür canlı, onun ki onun çocuğu çünkü o doğurdu.

Öğretmenler de çok şeker. Her şeye cevapları var her şeye.

Arkadaşı makasla saçını kesmiş, neden böyle bir şey oldu diyorum "makas kesiyor mu diye denemiş" diyor. Canım ya çok şeker. Kafasına tükürmüş diyorum "iki kişi tükürükleşirken ortalarından geçmiş sizinki" diyor. Zamanlama hatası yani. Kalem kutusunu fırlatmış yüzüne diyorum "bakmadan şöyle bir atıvermiş" diyor. Şöyle mi yani diye vazoyu kafasına fırlatıyorum mesela.

Yılların tecrübesi tabi. Ne desin, evet hamfendi hepsi öküz bunların, haklısınız mı desin.

Ödevler evin neşe kaynağı.

Hadi kızım, otur evladım, yaz çocuğum, okusana yavrum, evladım okula niye gidiyorsun sen, tornacıya git iş öğren o zaman yavrum, bu nasıl yazı çocuğum, insan okuyacak bunu evladım düzgün yazsana, ya altı üstü 7'den 4 çıkaracan kızım ne kadar zor olabilir ki, ay yok büyümeyecek bu çocuk, büyümüyor, kaldı böyle, eyvahlar olsun.....

Ödevler de yetmiyor "veli katılımlı etkinlik" düzenliyorlar.

Doğuran kişi otomatik olarak çocuğun velisi oluyor. Evladımın babasının bu tür etkinliklerle uzaktan yakından alakası olmadı. Doğumu gerçekleştiren sevgili doktorum bile veli etkinliğinde kendisinden daha etkin diye düşünülebilir.

Hepsi birbirinden uyduruk bir çok etkinliğe giyinip, süslenip gitmek gerekiyor. Baktılar her çağırılan yere gidiyorsunuz "sizi okul aile birliğine alalım" diyorlar. Almayalım canım ya. Okul, aile, birlik bunlar bana alerji yapıyor. Ben veli olarak mezun olmak istiyorum okulunuzdan, mümkünse.

Her haftaya bir sunum istiyorlar.

Ya bu çocuk 7 yaşında ve kimse kimseyi kandırmasın, o sunumları ben hazırlıyorum. Bak şimdi yarın pandalar hakkında sunum yapılacak diye ben ayılar dünyasını sörç ediyorum şu an. Konu babasına daha yakın olmasına rağmen adam ilgilenmiyor. Pandalar da çocuklarının sunumunu hazırlamazdı bence.

Programlı, düzgün yaşayan insanlar için okul hem şahane hem kolay. Ben her sabah "bu gün günlerden neydi yiaa" diye uyandığım için bana karmaşık geliyor.

Haftanın günlerini "bu gün forma giyme günü, bu gün serbest kıyafet günü, bu gün eşofman günü, bu gün oyuncak günü, yarın elma günü" falan diye takip edebiliyorum. Sor bak bu gün günlerden ne diye sor mesela, bu gün günlerden forma giyme günü. Artık perşembede miyiz pazartesi mi onu bilemem.

Daha da üç ay var. Daha bunun ikinci sınıfı var. Beşincisi bile var. Lisesi var. Allahım hiç bitmeyecek di mi bu? **katılarak ağlarken gülme efekti**

Küçücük bir çocukken "biyiyinci iğritmin ilicim" diyordum. Çocukluk böyle bir şey işte. Saçma yani. Ben ve öğretmen olmak.

"Haydi çocuklar şimdi hep beraber elele tutuşup camdan hooop"

Velisin sen Veli kal.

Sevgiler efenim.

Friday, December 28, 2018

Happy New Planet 2019

Koskoca bir yıl, kimine göre hızlı, kimine göre yavaş bitip gidiyor sevgili okur.

2018 daha sağlıklı olabilirdi. Daha keyifli, daha huzurlu, daha dertsiz, daha borçsuz, daha pozitif, daha mavi, daha yeşil, daha sevgi dolu, daha sakin, daha adil, daha özgür, daha bereketli, daha şefkatli, daha dürüst, daha lezzetli, daha tatlı, daha mutlu..

Kendisine şükranlarımızı sunup yeni bir yıla en iyi dileklerimizle gireceğiz. Gönül ister ki yeni yıla piyangonun büyük ikramiyesini kazanıp, 81 milyon önde başlamak ama hayırlısı artık.

2018'de neler oldu?

Neler olmadı ki.

Giriş kısmında sorun vardı zaten.

Yorgun, uykulu ve son derece yılgındım. Tüm yılı, hemen her şeyi erteleyip yatarak geçirmem bundandır.

Saat 00 olmadan, TRT'de dansöz göbek atmaya başlamadan uyumuştuk kızımla.

Yılın daha ilk aylarında arkadaşlarım botokslarını, dolgularını yaptırırken ben hiçbir şey yaptırmadan kırışmaya devam ettim. 12 ayda 15 sefer saç boyatan arkadaşlarıma benim verebileceğim rakam 4 oldu. Onlar spor salonunda hiç kimsenin bilmediği kaslarını sıkılaştırırken ben makarna tenceresiyle kanepede dizi izledim.

Yaza kadar veririm ya o da iş mi? dediğim kiloları veremedim. Martta başlasam Nisan'a kalmaz, Nisanda başlasam Mayıs'a kalmaz dediğim kilolarla tatile başladım.

En son kendimi "ben bu yaz kilo veririm ya" derken yakaladım. Yakalayıp orada eşek sudan gelene kadar dövmem gerekirdi. Ne var ya karpuz, peynir yiyeceksin hepsi bu, çok mu zor zoi dedim. Ama insan en çok kendini kandırıyor tatlı tatlı. Kendime inandım. Yabamadım.

Dolayısı ile yaz özgüvensiz, kırık ve buruk başladı.

Fazla kilo gerçekten başa bela. Dizlerimin ağrıması, nefesimin daralması, zaten aşırı sıcak olan havayı daha sıcak yaşamak tahammülsüzlüğü de beraberinde getiriyor.

Olumlu düşünerek başladığım bazı insan ilişkilerinde başarısız oldum. Boşa koydum olmadı, doluya koydum tartmadı.

Kalabalık, sıcak, kilolu ve öfkeli bir yaz oldu.

600 yaşıma geldiğimde hala torunumun torunlarının torunlarına bu yazı anlatarak kahkaha atacağım; "2018'de kilolu ve öfkeli bir yaz yaşandı ve kimse oradan sağ kurtulamadı nihohohaa"

Neyse yaz bitti, kilolarım ve ben kış hazırlığı yapmaya başladık.

Tamam ya, en azından yaz boyu aşırı kilomu koruyup üstüne eklememiştim.

Ekim, Kasım kilo vermek için en ideal aylar (nisan-mayıs sendromu).

Yeni yıla kadar veririm ya o da iş mi? Brokoli var bir kere. Lahana, karnabahar, brokoli. Haşla, zeytinyağ-limon tamam işte oldu bu iş (karpuz, peynir sendromu).

Ben bu kış kesin bu kiloları veririm (diye kıkırdadı karbonhidrat tanrısı).

****

Hah işte bu sefer kendimi yakaladım.

3 gündür açım. Hayat şartlarım zorlu ve acımasız.

Issız yerlerde yaşam savaşı veren insanların belgesellerini izliyorum. Aslanlar ceylan yakalayıp yerken ağzım köpürüyor.

Bu yola "vejeteryan da olurum şimdi ha" diyerek başlamıştım ama olaylar beni cama konan saksağanlardan menü yapacak duruma sürüklüyor.

Kendimi yakaladım tamam da yakalamışken kendimi de yemesem bari.

****

İlkokul başladı bu yıl. Hakkaten ilkmiş. Epey başıymış olayların.

Ben yarı yıl karnesi ile üniversiteye kaydını yaptırırız diyordum ama çocum daha Ö harfine yeni geçmiş. Anne Ö harfini öğrendim, artık balon yazabilirim dedi. Aferin yavrum dedim.

Sonra ambulans çağırdım kendim için.

Zor oluyor ama alışıyor insan. Atlatıyor demiyorum bak, alışıyor.

Hayat zaten zor. Pahalılık bilmem ne.

Ya tek vitrinim olan yüzüm için temizlik jeli alacağım diye 600 yıl düşünüp, en sonunda zatzıns'ta 300 metre kasa kuyruğu bekleyerek aldığım biricik jel ile minişlerini yıkamış evladım.

Anneeee bak tertemiz oldular dedi son damlayı sıkarken. Senin o minişlerinin ta .. suratlarına .. köpüreyim yavrum dedim.

Yarı yıl tatilinde de çocuklar okula gitmiyormuş. Hakkaten tatilmiş. Karne sizde kalsın, çocuk devam etsin dedim, yok dedi.

Şimdi heyecanla yılbaşı partimizi bekliyorum. Çünkü öyle bir şey yok.

Ben plan yapsam sırf ben yaptım diye beğenmeyecek bir beyim var. Ooo ama kendi vasat fikirlerini midyenin içinde inci bulmuş gibi pazarlar. Küçükken mahallenin köşesindeki terziden iş öğrense, sana o zamanın Lord'luk eğitimini aldığını söyler ya, o derece. Halil pazarlama*..

Yersen..

Neyse ben yine de 2018'i kahkahayla uğurlayıp 2019'a muzip bir gülümseme ile gireceğim.

Size de tavsiye ederim.

Bir gülüş, bir jest her şeyi değiştirir.

****Mutlu Yıllar****
 
Designed by Beautifully Chaotic